Televizyonda reyting ölçümlemesinin kült ismi Nielsen, 1923’te kurulduğunda insanların “ikinci ekran” deneyimine sahip olacağını, televizyonu avucumuzun içinden, sosyal ağlardan izleyeceğimizi herhalde hiç düşünmemişti. Sosyal televizyon pek çok kişinin dilinde ama dizilerin, programların kaderine nasıl yön veriyor? Her şey reytingden mi ibaret? Eğer öyleyse sosyal medyayı yıkıp geçen bir program, nasıl oluyor da Nielsen’e göre alt sıralarda kalabiliyor? Bu sonuçlar Nielsen’in ölçümlemelerine neden yansımıyor? Bu konu etrafında Türkiye ve dünyada televizyonu sosyalleştiren, bunu başaran/başaramayan programlardan, olaylardan bahsedeceğim bir yazıya hoş geldiniz. Ben Ali Erkurt. Bigumigu, 5. kanalda sizlerleyim.
1970’lerden bugüne televizyondaki programların kaderlerini Nielsen Ailesi belirliyordu. Yani 25.000 hanenin izleme alışkanlığını tüm bir ulusa genelleyen ve buna göre en çok izlenen programları, kanalları belirleyen bir sistemden bahsediyoruz. Bugünün şartlarını düşünürsek bu sistem biraz ilkel kalıyor.
Sosyal medyanın ve platformların gelişmesiyle birlikte bu ölçümleme anlamını yitirdi. Çünkü artık evde ekran başında, geleneksel televizyon kanallarını izlemek yerine akıllı telefonlarımızı kullanıyor, tabletlerimizden Netflix, Hulu, Apple TV, iTunes, Roku, Amazon Prime gibi servisleri kullanarak bir şeyler izliyoruz. Üstelik bu izlediklerimizin ne olacağına da artık biz karar veriyoruz. Böyle bir sistemde Nielsen, bu servisleri televizyondan izlediğimizde -özellikle Apple TV’de izlediklerimiz özelinde- izleme alışkanlıklarının kaydını tutamıyor. Fakat Şubat ayında Nielsen, 2013 sonbaharında online platformları da ölçümlemesine dahil edeceğini duyurdu. Nihayet.
Twitter’ın en yoğun kullanıldığı zaman aralığının %40’ını televizyonla ilgili paylaşımlar oluşturuyor. 3 Twitter kullanıcısından 1’i televizyon hakkında tweet atıyor. Tablet sahiplerinin %41’i ve akıllı telefon kullanıcılarının %38’i televizyon izlediği sırada cihazlarını kullanıyor. İkinci ekran deneyimi kullanıcı nezdinde daha alışılır bir hale geliyor. Artık programları hashtag’lerden izliyoruz.
Nielsen medya ürünleri ve reklam veren çözümleri başkanı Steve Hasker “onların reklam satış elemanları pazara gitmek ve şöyle demek istiyor: ‘Bizim programımızın etkileşimi üç kat daha yüksek çünkü bizim hakkımızda tweet atan bir sürü insan var. Bu arada bunlar genç, teknoloji meraklısı ve bir sürü ürün satın alan insanlar.’” diyor.
Açıklama şu yönden önemli: Programlarda artık evde ekran başında izlenme sayısı değil, Twitter’da konuşulma ve etkileşim önemli hale gelecek. Belki de programın “tweet’lenebilirliği” özelinde reklam tarifelerimiz olacak.
Super Bowl gibi dünyanın nefesini tutup reklamları ve medya satın almaları konuştuğu bir etkinlik, 2012 yılında MTV Video Music Awards’dan daha az konuşuldu. Trendrr’in raporuna göre MTV Video Müzik Ödülleri için 19,2 milyon kez tweet atılmışken, Super Bowl 17,5 milyonda kaldı.
Sadece reyting özelinde konuşmalar değil, televizyona online içerikler üretmek de önem kazandı.
Televizyonda bile bir yapıma kalkışmak çok maliyetli ve riskliyken, Netflix inanılmaz bir cesur adım attı ve House of Cards’ı izleyicilerle buluşturdu. Kevin Spacey ve Robin Wright gibi önemli isimlerin oynadığı dizinin yapımcılarından biri de David Fincher.
House of Cards, Michael Dobbs’un 1989’da yazdığı romandan 1990 yılında İngiltere’de 1 sezon ve 50’şer dakikalık 4 bölümden oluşan dizi uyarlamasının, 2013 Amerika versiyonu olarak yayınlandı. Sadece Netflix’te, sadece online olarak…
Dizinin, ilk sezonun çekildiği Maryland’e ekonomik katkısının 140 milyon dolar ve 2.200’den fazla kişiye iş olanağı sağlamış olması da önemli. Kazanırken kazandıran bir yapım konumunda.
House of Cards’ın online yayınlanması elbette riskli bir karar ama dizi ve yapım o kadar başarılı oldu ki, 2. sezonun da geleceği resmen duyuruldu.
Burada önemli bir diğer nokta, istediğiniz bölümü yine online olarak izleyebilme. Bir bölüm bittiğinde sonunda izlemek istediğiniz bölümlerle ilgili yönlendirmeler çıkıyor ve siz de izlemeye devam edebiliyorsunuz.
USA Network’ün PSYCH için yaptığı pijama partisi de sosyal televizyon rekorlarını alt üst eden bir uygulama oldu. Dizinin 7. sezon prömiyerini ilginç şekilde yapmak için PSYCH Slumber Party etkinliği ile gerçek zamanlı olarak kullanıcılara önceki bölümlerden en çok hangisini sevdiği soruldu ve bölümler arası bir yarış başladı. Kullanıcılar 280 binden fazla oy kullandı. Pijama partisi 15 Şubat gece yarısı başlayıp ertesi gün sabah 6’ya kadar sürdü.
Toplamda 150 binden fazla Twitter bahsi ile 22.4 milyondan fazla kişiye ulaşıldı. Dizi 4’ü dünya genelinde, 8’i Amerika’da olmak üzere 12 hashtag’le 12 saat boyunca Trending Topics listesinde yer aldı.
Televizyonda ilk resmi hashtag, 15 Mart 2011’de Roast of Donald Trump sırasında ekrana yansıdı. #TrumpRoast etiketi 27.000’den fazla paylaşım alarak, “kanal tarihinin en çok izlenen salı” günü unvanını elde etti.
Aynı yıl Person of Interest, The Big Bang Theory gibi programlar da hashtag kullanmaya başladı. #PersonOfInterest etiketi J.J. Abrams’ın diziyle ilgili sorulara cevap vermesiyle kullanılmaya başlandı.
SXSW’te sosyal televizyonla ilgili oturumlarda yeni hashtag yaratmak yerine, sosyal medyada var olan etiketleri sahiplenmek ve konuşturmanın ötesinde deneyim yaratmaktan bahsedilmişti. 2011’de televizyonda etiket gördüğümüzde heyecanlanırken, bugünlerde artık “ee, ne var yani bu etikette?” modundayız. Bunu da aşmak için kullanıcıyı programın içine dahil etmek, medyanın bir parçası haline getirmek gerekiyor.Çünkü geleneksel televizyondaki sahteliğin aksine, sosyal televizyon daha şeffaf. Bu şeffaflık içerisinde kullanıcı sohbete dahil olmalı ve olayı tüm çıplaklığıyla ekrana yansıtmalı.
Türkiye’de durum biraz karışık. Bir dizinin o haftaki bölümünde kimi zaman 15 ayrı hashtag ekrana geliyor. İyi ama neden? Tek bir etiketin olsa, her hafta bunun etrafında konuşmaları toplasan, kullanıcı ile bu etiket üzerinden etkileşime geçsen ne olur?
Leyla ile Mecnun’da yine birden çok etiket kullanmanın örneğini gördük. #mecnungibiseviyorsan etiketi hem ekranda yer aldı hem de dizinin Twitter hesabından aynı anda tweet atıldı.
Survivor Türkiye’de ise durum biraz daha vahim. Programın adının Survivor olması, etiketinin de #Survivor olacağı anlamına gelmemeli. Çünkü bu etiket globaldeki resmi etiketle karışıyor ve Türkiye özelindeki paylaşımları ayrıştırmak, bu özelde konuşmaya teşvik etmek çok anlamlı olmuyor. Bunun yerine Twitter hesabında olduğu gibi etiket de #SurvivorTurkiye olabilirdi diye düşünüyorum.
Kendi etiketinde bu karmaşa varken, Coca-Cola’nın #olsadayesek kampanyası ile çok başarılı bir işe imza atıldı. Televizyon ve Twitter çok basit ve başarılı bir şekilde kullanıldı ve #olsadayesek Türkiye’ye ek olarak dünya genelinde de Trending Topics listesine girdi. Crowdsourcing dinamiklerden en verimli şekilde yararlanılmış oldu.
Kullanıcıya deneyim yaşatmaktan bahsettik. Bunu sadece hashtag özelinde değil, akıllı televizyon ile yapmak da mümkün. SXSW’te reklamların kişiselleşmesi ve her kullanıcıya özel ve kişiselleştirilmiş içerik sunulması konusu da sosyal televizyon konusu etrafında konuşulan konulardan biri. Bu konuda Bigumigu’nun bizzat katıldığı oturumların yazılarını hatırlamakta fayda var:
Zamanın geçmesiyle birlikte kullanıcının sosyal televizyona olan bakış açısı da değişiyor. Etiket görünce paylaşım yapmak yerine daha fazlasını talep etme ve daha farklı bir deneyim yaşama serzenişlerini şimdiden duymaya başladık.
Nielsen’in ölçümlemesini online’a ve sosyal medyaya kaydırması ile sosyal televizyonun ve programların geleceğine dair çok daha net verilere en şeffaf haliyle ulaşabileceğiz. Sosyal televizyon sayesinde belki de televizyon artık bir daha asla aptal kutusu olarak anılmayacak.