İlk defa 2006 yılında San Francisco’da denenen ortak çalışma alanları (co-working spaces), geçtiğimiz on yılda gittikçe daha çok tercih edilen bir model haline geldi ve Kolektif House gibi girişimler aracılığıyla Türkiye’de de yaygınlaştı. Bu modelin başarısından esinlenen yeni trend ise ortak yaşam (co-living) alanları. Hatta co-living gibi girişimler, sahiplenmeme dürtüsü üzerinden ilerleyen daha büyük bir trendin bir parçası.
Ortak çalışma alanlarına olanak sağlayan şirketlerden biri olan WeWork, WeLive apartmanlarıyla artık yaşam alanlarımızı da ortaklaştırıyor. New York’un finans merkezinde bulunan WeLive, banliyönün güvenliği ve rahatlığı ile büyük şehrin enerjisi ve coşkusunu bir araya getirmeyi hedefliyor.
İçinde stüdyo daireler ve birden dörde kadar odaya sahip ünite seçenekleri bulunan WeLive’de mutfak ve tuvalet ünite içinde paylaşılırken büyük ortak kullanım alanları binanın tamamının kullanımına açık. Buralarda şirket tarafından apartman sakinlerini kaynaştırmak için yemek dersleri, karaoke ve oyun geceleri, fitness dersleri gibi etkinlikler düzenleniyor. Ayrıca insanlar WeWork uygulaması aracılığıyla birbirleriyle sürekli temas halinde kalabiliyor. WeLive’in Arlington, Virginia’da henüz deneme aşamasında olan bir apartmanı daha var.
Pure House ve Common gibi denemelerle ilk defa Amerika’da karşımıza çıkan co-living, The Collective’in Kings Cross ve Notting Hill’deki girişimleriyle Londra’ya yayılırken Güney Koreli stüdyo Archihood WXY’in genç profesyoneller için öğrenci tipi konaklama imkanı sağlayan apartmanıyla Seoul’e de ulaştı.
Uber, kiralık araba ve bisikletler, Netflix ve Kindle gibi örnekleri hatırlatan The Collective’in operasyon direktörü James Scott’a göre Y kuşağı deneyim istiyor, mülkiyet değil. Ortak yaşam alanlarında yaşamanın bir stüdyo dairede yaşamaya göre %25 daha ucuz olduğunu söyleyen Common’ın kurucusu Brad Hargreaves ise insanların artık sahip olunacak şeyler yerine deneyimlere para harcamaya başladığını ve co-living’in bunun bir parçası olduğunu vurguluyor.
Görsel; Dezeen