2020 yılı çok garip bir sene oldu. Pandeminin yanı sıra özellikle ABD, George Floyd’un polis şiddeti nedeniyle hayatını kaybetmesinin ardından yükselen Black Lives Matter protestolarıyla sallandı. Bu hareketin yansımaları dünya çapında da yankı buldu. Web Summit de 2020’nin en önemli konularından biri olan toplumsal hareketleri ve tarafsız medya konusunu gündemine taşıdı.
“Social movements in the media spotlight” isimli oturum, toplumsal hareketlere medya merceğinden bakan ve önemli sorular soran bir oturum oldu. Vox genel yayın yönetmeni Lauren Williams, Thomson Reuters Foundation genel yayın yönetmeni Belinda Goldsmith ve Slate genel yayın yönetmeni Jared Hohlt’un Brian McCullough tarafından ağırlandığı oturum; değişim talebiyle yola çıkan toplumsal tepkilerden örnekler sunarken küresel medyanın bu alandaki rolünü ve tarafsız duruşunu değerlendirdi.
Toplumsal hareketlerin aktarılmasında sosyal medya
Sosyal medyanın toplumsal hareketler açısından önemi büyük. Sesini duyuramayan kitlelere bir platform sağlayarak insanlara ulaşmalarını kolaylaştırıyor. Ancak dezenformasyon ve viral erişim nedeniyle zaman zaman bilgi kirliliğine ve kafa karışıklığına da neden olabiliyor. Oturumda değinildiği üzere sadece sosyal medyaya bakarak toplumsal hareketleri değerlendirmek de yanlış çıkarımlara sebep olabiliyor zira sosyal medya geneli yansıtmayabiliyor, pek çok insan hala çevrim içi platformlardan uzak yaşıyor. Dolayısıyla sosyal medya değerli ama eşit ölçüde sorunlu bir alan olarak öne çıkıyor.
Jared Hohlt, özellikle BLM hareketi kapsamında polis şiddetinin vatandaş gazeteciler tarafından çekilmiş korkutucu videolarla iyice gözler önüne serildiğini belirtiyor. Ancak polis şiddeti aslında yeni bir şey değil; sadece bazı insanlar için sosyal medya sayesinde yeni duydukları bir şey. Bu noktada Slate’in o dönemde attığı manşetler de görülenlerle paralel ilerlemiş.
Her durumda tarafsız durmak gerekli mi?
Lauren Williams ise konuya tarafsızlık ve nötr olma açısından bakıyor. Siyah bir kadın gazeteci olarak bazı konularda medyanın objektif durma ve iki tarafın da görüşüne yer verme çabasının yersizliğini anlatıyor. Çünkü, diyor Williams, her konunun iki yönü yok, biz siyahlar olarak sadece herkes gibi yaşamak istiyoruz, polis şiddetine uğramak istemiyoruz. Bunun bir diğer açısı, bir diğer yönü yok. BLM gibi hareketler iki farklı görüşün çarpıştığı siyasi hareketler değil. Dolayısıyla bu noktadaki çift yönlü bakış Williams’a göre çok anlamlı değil. Bir çeşit nötr duruş yapmacıklığına kapılmayalım, diyor Williams, çünkü nötr tarihsel olarak baktığınızda beyaz bir adamdır aslında.
Williams’ın BLM hareketi karşısındaki hassaslığını anlamak zor değil. Ahlaksal bir doğru varsa ortada, “iki tarafın da görüşlerini dinleyelim” denebilir mi, bu önemli bir soru. Yani ırkçılık yüzünden biri öldürüldüğünde, ırkçı gruba dönüp “Senin açını da yansıtmak isteriz.” denmesi gazeteciliğin tarafsızlığı kapsamında mı değerlendirilmelidir? Williams’ın sorguladığı nokta bu alanlara dair.
Fikir ve gerçek arasındaki fark
Jared Hohlt ise nötr olmanın bir sanrı olduğunu vurgularken bir konuyu ne kadar işlersen, o konu hakkında o kadar fikir geliştireceğini söylüyor. Sakıncalı olanın bir gazetecinin fikir sahibi olması değil; gazetecinin de aktiviste dönüşmesi olduğunu belirtiyor. Bunu da bir örnekle açıklıyor: Bir gazeteci üzerinde çalıştığı hareket hakkında harekete zarar verebilecek bir bilgiye ulaşıyor. Burada gazetecinin görevi o bilgiyi yayınlamaktır. Aktivist ise hareketi gözeterek bilgiyi saklamayı tercih edebilir. Dolayısıyla, Hohlt gazetecinin bir tartışmada taraf olabileceğini ama bilgiyi yine de dürüst, hakikate dayanan bir yaklaşımla sunması gerektiğini vurguluyor. Kısacası, gazetecinin konu hakkında tarafsız olması gerekmiyor ama bilgiyi sunarken tarafsız olması önem taşıyor.
Burada değinilen önemli bir başka nokta ise gazetecinin bağlı olduğu medya kuruluşunun duruşu. Yani belli bir görüşü savunduğu bilinen bir gazetede, örneğin sol veya sağ tandanslı bir kuruluş olduğu açıkça biliniyorsa, gazetecinin fikrini belli etmesi kabul edilebilir. Ama tarafsızlık ve bağımsızlık noktalarıyla öne çıkan bir gazetede, bu bir çelişki yaratabiliyor.
Belinda Goldsmith ise bu noktada Trump örneğini veriyor. Tarihe bakıldığında bir başkanın yalan söylediğini gazetelerin yazması çok rastlanan bir durum değil. Ancak, ortada yalan söyleyen bir başkan olunca gazeteler de bunu yazmaya başlamış. Her ne kadar bu durum Trump destekçilerini uzaklaştırsa da işin gerçeği bu olunca, bunun yazılması da kaçınılmaz olmuş. Goldsmith’e göre tarafsızlık önemli. Özellikle sosyal hareketleri yazarken dikkat etmek gerekiyor. Bu nedenle de olabildiğince objektif bir duruşu korumak şart.
Bu düşündürücü soruların ele alındığı oturumda, herkesin üzerinde anlaştığı nokta belli: Eğer bir şey fikir değil; hakikatse gazeteci bunu tarafsız olarak aktarıyor olmalı. Tersi durum, yani gazetecinin kendi fikrini yansıtması ise tarafsızlık açısından değerlendirildiğinde biraz daha çetrefilli bir konu.
Görsel: Unsplash James Eades – Web Summit