Kristal Elma 2015’in ilk gün koşturmacası devam ederken, kısa bir mola verelim ve gelin günlük konuşmalarımıza şöyle bir göz atalım;
- Telefonuma kaydetmiştim. Oradan bakayım.
- Abi, TV out, çoklu ekranlar in
- Pardon, burada wi-fi var mı? Şifre neydi acaba?
- Boş ver ya, almayalım… Ben onu internetten indiririm.
- Uygulaması çıkmış mı bunun?
- Fikir iyi de arayüz kötü.
- O post kaç like aldı? Instagram biraz yavaş m ı?
- Youtube’da videosu vardı bunun. Ama şimdi bulamadım.
- 100 retweet’e koşuyorum, bu tweet’im çok tuttu!
- Login datalarımı unutmuşum. Hesabı resetleyeyim.
Ve daha onlarcası… Görüldüğü üzere internet kendi dilini yarattı. Bu dili konuşamayanlar çoktan oyunun dışında kaldı. Peki, günlük hayatımızın içinde sessiz ve derinden sızan bu ‘kültür’ bize neye mal oluyor? Cevap veriyorum; KRONİK BİR ZAMANSIZLIK! Sonsuz seçenekler denizinde can yeleksiz yüzen bizler hiçbir şey için yeterince zaman bulamıyoruz. İmkânlar hızla artarken, bir şey inatla sabit kalıyor; BİR GÜNÜN İÇİNDEKİ SAAT SAYISI yani 24! Akıllı telefonumuzdaki uygulamalara her gün bir yenisini ekliyoruz. Lakin ’24 saati 25 yapabilenimiz ne yazık ki henüz yok…’
Bugün katıldığım ikinci konuşma tam da buraya parmak basıyordu. Maxus CSO’su Damien Blackden yaklaşık 3000 kişilik dünya çapında bir ekiple bu sorun için nasıl bir çözüm arayışı içinde olduklarını anlattı.
‘Bir paradoksun içindeyiz. İşte bu yüzden çözüme çok da yakın değiliz’ diyen Blackden hızla gelişen mobil dünyanın reklam verenlerin korkulu rüyası haline geldiğini çarpıcı örneklerle anlatırken, hap tavsiyeler vermeyi de unutmadı. Modern dünya reklamcısının çiçek gibi bir sorunu daha olmuştu. Mobilde geçirilen zaman hızla artıyordu. Aman ne güzeldi. Demek ki mobilden daha çok iş yaparlarsa daha çok kimseye ulaşacaklardı. Lakin sistem tam olarak öyle çalışmıyordu. Çünkü mobildeki seçenekler, geçirilen zamanla aritmetik değil, geometrik bir ilişki gösteriyordu. Sonunda tüketicinin mobilde uygulama/reklam başına ayırmayı isteyeceği zaman günden güne azalıyordu… Alın size mis gibi bir paradoks 🙂
Blackden ‘biz bu işi şöyle yaparak çözdük’ vb. gibi havalı laflar etmedi. Tam aksine çok temkinliydi. Öncelikle çok önemli bir çıkarımını bizlerle paylaştı ve reklamcılara seslendi; ‘Bugün müşterilerimizin en büyük karın ağrısı DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR. Çünkü ayak uydurmakta güçlük çekiyorlar ve muhakkak başları dönüyor.’ Haklı bir korkuyla değişime direnen müşterilerle karşılaştıklarını anlatan Blackden tüketiciden önce müşteriyi optimize etmek gerektiğini anlattı ve reklamcılara dönüp şöyle dedi: ‘sabırla izah edin, anlayacaklardır’. Peki dedik ve ilk dersimizi aldık.
Blackden’in ikinci ve bence en önemli tespiti ise şöyleydi;
‘MİKRO ZAMANLARA MAKRO ANLAMLAR YÜKLEYİN. Çünkü tüketicinin hiç vakti yok!’ Google’ın en yavaş arama sonucunu 0.04 saniyede önümüze getirdiği bir dünyada fikirlerimizi 6 sn’lik VINE videolarına sığdıramamak gibi bir lüksümüzün kalmadığını anlattı. 30 sn’lik TV reklamı brieflerine 90 sn’lik fikirler çalışan bir ekolden geldiğimiz için bu tespite biraz bozulduk. Dar zamanlarda kısa paslaşmalar yapmak zorunda olduğumuzu anlayalı epey olmuştu. Ancak reklamcılığın evrimi de bir gecede olmuyordu.
Bu konuşma sayesinde öğrendiğim bir diğer kavram ise ‘bite size experiences’ oldu. Türkçeleştirecek olursak, bir ısırıklık deneyimler olarak tanımlayabiliriz. Günümüzün modern insanı ‘little little in the middle’ felsefesini hayatının her alanına ustaca entegre etmiş. Biraz şundan biraz da bundan derken her şeyin tadına bakmış oluyor. ‘Peki, gerçekten tat alıyor mu?’ diye soracak olursanız, onu başka bir yazıda ayrıca ele alırız… Ancak reklam verenlerin başarılı olabilmek için tek lokmalık işleri hayata geçirmek zorunda oldukları da aşikâr.
Konuşmanın dikkat çeken bir diğer bölümü de Blackden’in ‘mobile decisioning’ üzerine konuştuğu dakikalardı… Yaptığınız reklam kampanyası ile mağazaya kadar getirdiğiniz müşteriyi ‘hala ve hala tavlamış sayılmazsınız, tam o anda son bir kez daha mobile check (mobil kontrol) yapacaktır’ diyerek reklamcılar için sancılı bir durumu daha ortaya koymuş oldu.
Blackden konuşmasını altın değerinde tavsiyelerle sonlandırdı;
- Cesur olun ve denenmemişi denemekten çekinmeyin. Müşteriyi ikna etmek sizin işiniz. Hatta en önemli işiniz…
- Uzun dönemdeki marka imajı ile kısa dönemdeki satışları dengelemeyi bilin. Biri diğerinden daha önemli değil!
- Geleneksel araştırma sonuçları da kıymetlidir. Bunları güncel kampanyalar için nasıl kullanacağınızın yolunu bulun.
- Özgün ve esnek olun. Sizin reklam kampanyanızın sonunu tüketici de yazabilir. Bırakın 101 farklı son olsun.
- Başarılı olmuş işleri taklit etmeyin.
- Değişimde salının.
Hepsini cebimize koyduk. Yola devam ediyoruz. Yarın görüşmek üzere… 🙂
Görsel; Bigumigu