Hikaye anlatımının bir parçası olma arzusu hayatlarımızda her zamanki varlığını korurken, bunu deneyimleme biçimimizin nasıl değiştiğini konu alan #Live Storytelling oturumu, Twitter Küresel Marka Stratejisi Eş Başkanı Joel Lunenfeld moderatörlüğünde gerçekleşti. Üç farklı konu başlığının üç farklı konuğun katılımıyla konuşulduğu oturumun odak noktasında şüphesiz Twitter’ın hikaye anlatımının yapısına kazandırdığı dinamizm vardı.
Canlı Hikaye Anlatımı olarak çevirebileceğimiz “Live Storytelling” kapsamında bakılan ilk konu yaratıcılık oldu. Hikaye anlatımının geleneksel yapısını bırakıp sürekliliğini kaybetmeyen bir sürece dönüştüğü, kullanıcıların bu platformda bahsettiklerinin kendi reklamını yapmaktan çok bir topluluk inşası görevi gördüğü söz edilen noktaların birkaçıydı. Lunenfeld de günümüzdeki hikaye anlatımını “klasik orkestra düzeninde olsak da jazz dönemindeyiz” alıntısıyla özetledi.
Lunenfeld bu yeni formdaki hikaye anlatımında yaratıcılığı konuşmak üzerine Art Director’s Club Başkanı Ignacio Oreamuno’yu ağırladı. Ele aldıkları ilk örnek Ryan McHenry tarafından yaratılan “Ryan Gosling Won’t Eat His Cereal” adlı Vine serisi oldu. Serinin ne kadar doğal bir şekilde ortaya çıktığına ve kıymetli olanın da bu olduğuna işaret eden Oreamuno’ya göre, marka ve ajansların ileride yapması gereken hikaye anlatımı üzerine tek büyük kampanya yaratmak yerine on ya da yirmi tane bu gibi deneysel ve deli fikirlerin peşinden gitmek olabilir. Aralarından birinin işe yarayabileceği düşünülürse de geri kalanının çöp niteliğinde olması sorun değil.
Önceden haberini yaptığımız “Ryan Gosling Won’t Eat His Cereal” serisi için hazırlanmış, ve konuşmada gösterilen bazı örnekleri de içeren, kapsamlı derlemeyi de aşağıdan izleyebilirsiniz.
Müşteriye veya tüketiciye ne söylemeliyim, diye kafa yormak yerine markalar için önemli olanın dinlemek olduğunu belirtirken de Oreamuno, tweetlerde en sık kullanılan etiketlerden biri olan #FirstWorldProblems’ı örnek gösterdi. Tüketicilerin hali hazırda başlattığı bir konuşma üzerinden kampanya yaratma fikrini Water Is Life, üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan kişilere bu etiketle atılan tweetleri okutarak hayata geçirmişti.
Lunenfeld tarafından ele alınan bir sonraki başlık pazarlama oldu. Bu kısımda ağırladığı American Express Dijital Ortaklıklar ve Geliştirme Direktörü Leslie Berland, pazarlamacılar olarak hikaye anlatımında kontrolü kaybettiklerini dile getirdi. Hikaye anlatımının markaya ve özellikle ticarete olan etkisine odaklanan American Express’in, alışveriş sürecinin genel olarak sosyal bir yapıya sahip olmasına rağmen bu tablonun dışında kalan ödeme işlemini de sosyalleştirme amacıyla yarattığı tweet ile ödeme sistemi ele alındı.
Konuşmada ele alınan son ve belki de en dikkat çekici konu başlığı eğlence sektörü ve çok az da olsa üstünde durulan gazetecilik oldu. Sir Patrick Stewart’ın konuk olduğu bu kısımda Ian McKellen ile Broadway’de iki farklı eseri tek repertuarda oynadıkları “No Man’s Land & Waiting for Godot“nun tanıtımı için aktörün #twoplaysinonerep etiketiyle attığı tweetler konuşuldu. Stewart, New York’un ikonlaşmış mekanlarında ikili olarak bulundukları paylaşımlarla hem şehrin ve Broadway’in bir parçası olduklarından duydukları memnuniyeti dile getirip hem de büründükleri karakterlerle insanları eğlendirdiklerini söyledi.
Pek çok seyircinin aklına X-Men serisindeki Professor Charles Xavier (Professor X) rolüyle kazınan Stewart’ın iki yıldan az bir süredir Twitter hesabından attığı matrak tweetler, kariyerinde pek rastlamadığımız türlerden olan bir komedi dizisinde başrol olarak oynamasına vesile olmuş. Aktör Twitter’ın sağladığı tüm seçeneklere baktığında en önemli faktörün insanları birbirine bağlaması olduğunu belirtti ve sosyal etkileşimin dünyayı değiştirme potansiyeli üzerinde durdu.
Görseller Cannes Lions canlı yayınından sağlanmıştır.