Yaratıcı bünyeler için günlük besin kaynağı
Kristal Elma’da Reklamcılık Duayenlerinden: Turkish Madmen Era

Kristal Elma’da Reklamcılık Duayenlerinden: Turkish Madmen Era

25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali'nin açılış konuşmasından sonraki ilk oturumu Turkish Madmen Era'dan notlar.

25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali’nin açılış konuşmasından sonraki ilk oturumu tam da bir açılış ve karşılama niteliğinde gerçekleşti. Panelin adı Turkish Madmen Era idi. Hakkını da verdi.

Nesteren Davutoğlu moderatörlüğündeydi panel ama buna dostların ve reklamcılık duayenlerinin bir sahnede bir araya gelmesi ve dürüst, açık bir sohbet gerçekleştirmesiydi denebilir. Belki de en çarpıcı yanı Türkiye’de reklamcılığın tarihine yalnızca toz pembe pencereden değil, yerinde eleştiriler eşliğinde de bakabilmek oldu.
Nesteren Davutoğlu’na göre reklamcılık sektörüne kurumsallaşma ve saygınlık değerlerini kattıkları dönemlerden geçtiler. Duayen Eli Aciman fazlasıyla anıldı ve Türkiye’de bir Madmen çağı yaşanıp yaşanmadığı konuşuldu.
Mehmet Ural başladı daha sonra söze. Akademik hayattan reklamcılığa geçişi Yorum’da genel müdürlükle başlayan Ural, Reklamcılık Vakfi’nın ilk başkanlarından ve Reklamcılar Derneği’nin geçmiş yöneticilerinden. Ural kendini ‘normal reklamcı’ olarak tanımlıyor ve normal olmanın garip geleceği yegane sektörün reklamcılık olduğunu belirtiyor. Kendi kendine bu panelde reklamcılığın geçmiş 30 yılını o sahnede anlatmanın ne yararı olacağını düşünmüş ve bu 4 yanıtı bulmuş:
-İnsanlar içinde olduğu sektörün nasıl büyüdüğünü öğrenmek istemeli.
-Hiçbir olgu, oluşum ya da durum geçmişte yaşananları bilmeden kavranamaz.
-Kişisel kimlik duygusu (Herkesin etnik, cinsel, mesleki vs kimlikleri vardır. Sektörün kimliğini taşımak da değerlidir.)
-Gelecekle ilgili öngörülerde bulunmak için ve bir vizyon edinmek için sektörün geçmişini bilmek gerekir.
Ural Türkiye’de reklamcılığın geçmişinden bahsederken 70ler için televizyonun reklamı kabul ettiği dönem olduğunu söyledi. 80ler için de globalleşmenin ülkeye geldiği, Özal’ın serbest piyasa ekonomisini desteklemesiyle yabancı sermayenin Türkiye’ye aktığı yıllar olduğunu. 80ler ona göre reklamcılık sektörünün büyüyüp altın çağını yaşadığı dönemi simgeliyor. Kaldı ki o dönemde teknoloji, know-how ve dış dünya ile ilişkiye bu dönemdeki kadar erişim kolay değildi.
Haluk Mesci geçti ardından mikrofona. O’na göre bu Madmen değil, ihtiyarlar paneli. Oturumun sabah saatlerine koyulmasının nedeni de ihtiyarların uykusunun gelme ihtimali. Elbette kesinlikle katılmıyoruz! 🙂 Mesci sözlerine reklamcılığın kendi yaptığı dönemde saygın ve prestijli bir meslek olduğunu ama bu dönemde reklamcı olmayı hiç istemeyeceğini söylüyor. Bunun 5 sebebi var:
-mecraların ajanslara yabancılaşması
-reklamverenlerin konkur sevdası
-ajansların paryalaşması
-mevzuatın vur deyince öldürmesi
-insan kaynakları komedisi
Haluk Mesci’nin bu yıl bir ödül töreninden yaratıcılık festivaline evrilen bir etkinliğin ilk oturumunda böylesine cesur bir şekilde sektörün negatif yanlarını listemesi hepimizi bir kendine getirdi diyebilirim. Belki de bu bu sektörde 30 yılını geçirmiş ve eski usul reklamcılık yapan duayenlere bir saygı duruşuydu, çünkü listenin tamamı şimdi kaybedilen değerlere değiniyor.
Mesci eskiden reklam alan mecralar ve ajanslar arasında bir dostluk olduğunu hatırlatıyor, o günlerde şimdilerde olduğu gibi ajansı aradan çıkarmaya çalışan anlayış yoktu elbette. Fikrin para etmediği, zamanın değerinin bilinmediği dolayısıyla sektörün bozulduğu günler görmek istemiyor usta.
‘If you pay peanuts, you get monkeys’ sözünü hatırlatması ve ajansların çalışanlara emeğinin karşılığı olan bedeli vermemek için türlü yollar denemesini eleştirmesi unutulmazlar arasına girdi.
Ve Ersin Salman. Bir yazar veya şair, yazarak benim kadar para kazanıp hayatını bununla sürdüremezdi diyor Salman. Ona göre en büyük şansı hayatını kelimeler, noktalama işaretleri, nokta, virgül, soru işareti ile kazanıyor olmak. Fikri bulan reklamcının metni yazamamasını anlayamıyor Salman, başka bir reklam yazarının o fikri yazmasını da. Fikir kelimelerden çıkar ve brief’i yeterince iyi dinlerseniz çözümü içinde bulabilirsiniz. Tam olarak şöyle anlatıyor: ‘Yaratıcı fikir brief’in anlattığı dertlerin içinde kuyruğunu kıvırıp yatan kedi gibidir.’
Türkçenin doğru kullanılması çok değerli. Eskiden reklam ajansları iş görüşmesi yaparken başvuran kişinin en sevdiği kitabı, filmi, müziği sorardık; en son gittiği filmi, tiyatroyu sevip sevmediğini öğrenmek isterdik; özetle aydın ve entellektüel ekip kurmak isterdik diyor ve ben orada eriyorum. Etkili konuşabilmek de reklamcı olmak için gerekli Salman’a göre.
Medya, reklamveren ve ajans birbirinden az ya da çok para kazanmamalı, eşit derecede kazanmalı. Ve bunun üzerine Ersin Salman’dan Kristal Elma’nın logosunun hikayesi. Ok; yaratıcı fikir. Elma; hedef kitle. Ortam; medya. Yani reklamveren ya da tüketiciyi öldürmeden onun algılama nokasına mesajı yollayabilmek.