3. İstanbul Tasarım Bienali bu sene “Biz İnsan Mıyız?: Türümüzün Tasarımı: 2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl” başlığıyla farklı alandan pek çok tasarımcıyı bir araya getirerek, insan ve tasarım üzerine izleyiciyi yeniden düşünmeye davet ediyor.
Küratörlüğünü Beatriz Colomina ve Mark Wigley’in üstlendiği bienal, Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, Depo, Studio-X İstanbul, Alt Sanat Mekanı ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri olmak üzere 5 mekanda görülebiliyor. Ayrıca Yaratıcı Mahalle Programı kapsamında 16 mahallede ve 39 markayla gerçekleştirilen farklı etkinliklerle bienalin kent geneline yayılması hedeflenmiş.
Sergi tasarımı Andrés Jaque tarafından gerçekleştirilen Tasarım Bienali’nin zengin programı içerisinden en çok işin bir arada görülebildiği mekanı olan Galata Rum İlköğretim Okulu’ndan dikkat çeken noktaları derlemeye çalıştık.
Rum Okulu’nda toplam 40 adet iş sergileniyor. İlk bakışta karmaşık bir etki verse de, mekansal veri kullanılarak farklı açılardan takip edilebilen zengin bir sergi ortaya konulmuş. İşler duvarda, tavanda ya da yerde karşınıza çıkabiliyor. Toplam 4 katta gezilebilen mekanda, katlar arası sahanlıklar ve atriumlar da sergi mekanına katılarak akışkan bir kurgu izlenmiş. Böylece izleyici daima aktif kalıyor.
Serginin birinci katında ağırlıklı olarak insan bedenini ve beynini ele alan işlerle karşılaşılıyor. Salona girer girmez karşınıza çıkan “Anatomi” videosu oldukça çarpıcı. Günlük hayatın zihin egemen akışında asla kale almadığımız fizyolojik gerçekliğimizin ne kadar karmaşık ve bir o kadar basit olduğu gerçeğiyle yüzleşmenizi sağlıyor. Anatomiyle sırt sırta vermiş “Kuruntulu Mandala” ise bu kez beyin ve bilinç üzerine odaklanmanızı sağlıyor. Yaşam ve ölüm, teknolojinin bilince etkisi, insanın ruhsal ve fiziksel katmanları gibi bir çok konu renkli ve neşeli bir biçimde ele alınıyor.
İkinci katta karşımıza, tasarımda insanın standartlaştırılması, bedensel normlar, estetik operasyonlar, implantlar, protezler, geleceğin insanı gibi konular çıkıyor. Bir yandan ilaç takviyeleri, protezler ve çeşitli araç gereçle insan kusurlarını ve eksikliklerini tamamlayan teknolojinin, öte yandan tamam olan bedeni estetik kaygılarla daha iyiye ve güzele taşımak için bozmasına yönelik iki çelişkisel durumu gözler önüne seriyor. Jørgen Leth’in “Kusursuz İnsan”ıysa tüm bunlara bir gönderme niteliğinde kobay fareleriyle karşılıklı olarak karşımıza çıkıyor.
Üçüncü katta ölümlü insanın dünya üzerindeki etkileri tartışılıyor. En çarpıcı işlerden biri devasa fizikselliğiyle sizi kapıda karşılayan “7 Milyarlık Şehir”. Alt katın merdivenlerinden itibaren izlenebilen işte, katmanlardan oluşan dünyamıza ait binlerce metrelik kesitler sunarak doğal kaynaklara ulaşmak için türümüzün yaptığı çalışmalara değiniliyor. Bu işin komşusu “Ziyaret” ise insanın tüm bunlara rağmen ölümlülüğünü, belki de ölüme bir direniş olarak yaptığımız mezar taşlarıyla hatırlatıyor.
Dördüncü kat, konu bağlamında diğerlerine göre biraz daha çeşitlilik gösteriyor. Gelişen teknolojiyle beraber insanın “tanrısal” olana öykünerek her şeyi görme ve kontrol etme isteği, şiddetin tarihi ve mimiklerle anlattığımız hikayeler izlenebiliyor.
Teras katı belki de günümüzün en büyük ve vazgeçilmez icatlarından biri olan akıllı telefonlar, bunların kullanımıyla birlikte geçirdiğimiz değişim, selfie çılgınlığı ve iletişimin hızlı yükselişine dikkat çekiyor. Kısa tarihinde hızla değişen telefon modelleri, dokunmatik teknolojisiyle hayatımıza giren hareketler ve selfie çubuklarıyla yüzünüzü gülümseten eğlenceli bir iş.
Bienal yoğun kurgusu, dolu dolu içeriği ve tasarım-insan ilişkisine getirdiği farklı bakış açılarıyla kesinlikle görülmeye değer. Merak edenler için 20 Kasım’a kadar etkinliğin sürdüğünü hatırlatalım. Sosyal medya üzerinden de #bizinsanmiyiz ve #istanbultasarimbienali etiketleriyle takip edilebilir.
Görsel; Zeynep Özkoçak tarafından Bigumigu için çekilmiştir.