“O da yurt dışına gitti, gayet de başarılı oldu!” Bu cümleyi son günlerde ne kadar sık duyuyoruz! Bir yandan pırıl pırıl insanların beyin göçüne üzülürken, bir yandan da başarılarına için için sevinip umutlanıyoruz. Neden gittiler, nereye gittiler, nasıl başarılı oldular? Merak edenler için hikayelerini dinledik, onlarla konuştuk. 15 senelik reklamcılık kariyerine noktayı koyup, sıfırdan başlamak üzere New York’a giden Sinem Yazıcı ile başladık.
“Orada kimse ne yaşına, ne cinsiyetine, ne de senin eğitim düzeyine takılıyor. Herkes yaptığın işin kalitesine, senin yeteneğine ve rahat çalışılabilir olup olmadığına bakıyor.”
KÖ: Bize önce, kısaca, eski reklamcı Sinem Yazıcı’yı tanıtabilir misin?
Sinem Yazıcı: 76 Antalya doğumluyum. 18 yaşında, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nü kazanınca İstanbul’a geldim. Okurken reklam ajanslarında çalışmaya başladım. 15 senelik raklamcılık kariyerime birçok uluslararası ajansı ve Arçelik, Digiturk markalarının reklam müdürlüğünü sığdırdım.
KÖ: Moda fotoğrafçılığına geçişin nasıl oldu? Yeni bir mesleğe adım atarken bir de ülke değiştirmeye karar verdin, neden New York’u seçtin?
Sinem Yazıcı: Biraz daha özgür olmak istediğimin farkına varıp reklamı bırakmaya karar verdim. Görsel sanatları, fotoğrafı hep sevmişimdir, oradan yola çıkarak fotoğraf kursuna gitmeye başladım. Fotoğrafçı Muammer Yanmaz’ın “40 Haramiler” kursuna gittim, Ama bu arada hala reklamcıydım, aynı zamanda seslendirme de yapıyordum. Seslendirmeden kazanıp biriktirdiğim paralarla, tamam, dedim, ben bu fotoğrafçılığa profesyonel olarak devam etmek istiyorum, New York’a gideyim ve fotoğrafçılık eğitimime orada devam edeyim ve New York Film Akademisi’ne gittim. Zaten New York’ta yaşamak hayalimdi, hem onu gerçekleştirdim, hem eğitim aldım, hem de seslendirmeden kazandığım parayı verimli bir şeye kullanmış oldum. Sonra İstanbul’a döndüm ve Tamer Yılmaz’ın stüdyosunda stajyerlik/asistanlık yapmaya başladım. Bu sefer müşteri gözüyle değil, fotoğrafçı gözüyle stüdyoyu deneyimlemiş oldum.
Bu sırada New York’u özlüyordum, bir kere tadına varmıştım orada yaşamanın ve henüz yolun da çok başında olduğum için dedim ki; ben portfolyomu New York’ta yapayım. Kendime bir şans vereyim, altı ay veya bir sene kalayım New York’ta, olmadı geri dönerim. Gittim. Turist vizesiyle giriş çıkış yaparak iki sene New York’ta kaldım. Bu sürede portfolyo hazırladım ve bağlantılar kurmaya başladım. Önce küçük bir model ajansı bana ulaştı sonra büyük bir ajans, vs, derken oradaki bütün ajanslarla ve modellerle aram çok iyi hale geldi. Ben New York’ta daha yasal nasıl yaşamaya devam edebilirim diye düşünürken, bir arkadaşım, sanatçı vizesi diye bir şey var, niye almıyorsun, dedi. Bunu araştırdım; portfolyonu sunuyorsun, röportajların, vs, başvurdum ve 2015 yılında ilk sanatçı vizemi aldım. 3 senelik veriyorlar bu vizeyi ve sonrasında orada freelance fotoğrafçı olarak çalışmaya başladım. Bu sene başında tekrardan yeniledim vizeyi, bir 3 senem daha var, sonra artık Green Card mı olur, bilmiyorum.
“Turist vizesiyle giriş çıkış yaparak iki sene New York’ta kaldım. Bu sürede portfolyo hazırladım ve bağlantılar kurmaya başladım.”
KÖ: New York’a giderken korkuyor muydun, hem yeni bir iş, hem yeni bir ülke. Sıfırdan başlıyorsun, zorlu bir rekabete giriyorsun, senin için yeni bir meslek, nasıl aralarına girerim, ilk adımı nasıl atarım? Planlı mı gittin oraya, tesadüfler sonucu mu ilerledin, ne gibi zorluklar yaşadın?
Sinem Yazıcı: Planlamadım aslında. Bir şekilde korkmadım da galiba. Bilmediğin zaman, bilinçsizce hiç korkmazsın ya… Türkiye’deyken birkaç çekim yapmıştım ve onları yabancı dijital dergilere göndermiştim. Onlar da yayımlandılar ve hemen sonrasında New York’tan bir ajans bana ulaştı, senin bu çekimini gördük, çok beğendik, bizim modellerimizi de çeker misin, diye. Gitmeme bir ay kala oldu bu iş. Ben de çok cool bir şekilde, evet Avrupa’da bir çekimdeyim, New York’a dönünce tabii ki de çalışabiliriz gibi havalı bir cevap yazdım. Dönünce ilk iş gittim oradaki ajansla tanıştım ve onlarla çalışmaya başladım. Ama her fotoğraf çekimimi submit ediyordum dijital dergilere. Zaten basılı dergiden ziyade, dijital daha çok yayımlanıyor ve daha fazla ses getiriyor. Bugüne kadar çektiğim işlerin %99’u yayımlandı diyebilirim, o da bana başka kapılar açtı.
KÖ: Bu kapıların açılması için çok uzun süre bekleyen Amerikalılar da vardır, kısa zamanda bu başarılara nasıl ulaştın? Şansın mı yaver gitti, yılmadan sadece işine mi odaklandın, sence başarının sırrı nedir?
Sinem Yazıcı: Sanırım ikisi de. O zamanki fotoğraf çekimlerime baktığımda, daha bir amatör ruhu var, daha romantik, daha cesur. Ama şansım da yaver gitti, artı işlerimi sürekli dijital dergilere submit etmemin de payı var. Reklamcı iç güdüsüyle, evet hadi yayayım bu fotoğrafları, kendi reklamımı yapayım diye gönderiyordum. Onlar da beğendikleri için yayımladılar, beğenmedikleri zaman çok kolay geri çeviriyorlar sonuçta. Dolayısıyla hepsi bir araya geldi ve işim rast gitti. Bir de sosyal ağ çok önemli.
KÖ: Sosyal ağı nasıl kurdun? Yurtdışına gitmek isteyenlerin en çekindiği konulardan biridir; ben şimdi gidip de orada tek başıma kalırsam ne yaparım?
Sinem Yazıcı: Ben biraz fazla sosyal bir insanım. Nerede bir etkinlik var hemen koşarım, hemen kaynaşmak isterim insanlarla. Sosyalleşmek için de çok fazla zaman harcaman gerekiyor, antisosyal bir insansan moda fotoğrafında zorlanabilirsin, ilişkilerinin çok güçlü olması gerekiyor. Sürekli dışarılarda olmaya ve insanlarla tanışmaya çalıştım. Onun haricinde, ben Türküm dediğimde insanlar hemen, I love Turkey, diyor, Türk insanını da seviyorlar. Farklı kültürler hoşlarına gidiyor Amerikalıların ama New York özelinde. Orada dünyanın her yerinden binlerce insan var. Sen ne kadar çok insanla tanışırsan ve ne kadar çok çekim yaparsan, o kadar fazla iş geliyor.
KÖ: Türkiye’deki yaşam standardını New York’ta yakalayabiliyor musun, maddi olarak?
Sinem Yazıcı: 35 yaşımda, New York’a ilk taşındığımda, sıfırdan, sanki üniversite yıllarımdaki öğrenci hayatıma geri dönmüşüm gibi daha basit bir hayat standartında yaşadım. Ama zaten bunu bilerek gitmiştim. Ancak son 3 yıldır İstanbul standartlarıma yakın bir hayat sürüyorum diyebilirim. Elbette freelancer olmanın getirdiği inişli çıkışlı bir durum var ama mutluyum.
“Sen ne kadar çok insanla tanışırsan ve ne kadar çok çekim yaparsan, o kadar fazla iş geliyor.”
KÖ: İkinci şansı ABD’de yakalamak daha kolay gibi. Burada, 35 yaşına gelince, bu yaştan sonra işimi mi değiştireceğim diye düşünebiliyor insanlar, o fırsatı kimse birbirine pek tanımıyor. New York’la İstanbul arasındaki fırsat farkını sen nasıl değerlendiriyorsun?
Sinem Yazıcı: Genelde bu insandan insana çok değişen bir şey. Ama New York’takiler küçük dünyaları ben yarattım havasında değil, hepimiz aynı hedefin peşinde koşuyoruz. Birimiz 25, birimiz 35… Orada kimse ne yaşına, ne cinsiyetine, ne de senin eğitim düzeyine takılıyor. Herkes yaptığın işin kalitesine, senin yeteneğine ve çalışılabilir olup olmadığına bakıyor. Rahat çalışmak ve eğlenmek istiyor herkes.
KÖ: Sen erkek modelle çalışan kadın moda fotoğrafçısı olarak da dikkat çekiyorsun, çok fazla örneği yok herhalde. Orada hep bir açık olduğunu düşünürdüm, kadın gözüyle çekilmiş erkek model fotoğrafları, nasıl gördün o açığı?
Sinem Yazıcı: Reklamcıyken bize hep şunu öğrettiler; rakiplerinden ayrış, farklı bir yerde dur, en güçlü tarafın neyse onu savun. Ben daha zor bir yol seçtim, bu arada kadın fotoğrafı çekmiyor değilim, elbette çekiyorum ama erkek modası çeken bir kadın fotoğrafçı olarak tanınmak ve anılmak istiyorum. Nitekim öyle bir noktaya geldim, Sinem çok güzel erkek fotoğrafı çeker diyorlar, zaten duymak istediğim de buydu. Bir erkeğin erkeğe bakışıyla, bir kadının erkeğe bakışı çok farklı, bu sanırım benim fotoğraflarıma da yansıyor, insanların bu farkı görüyor olması çok hoşuma gidiyor.
“Orada sana bambaşka vizyonlar açabiliyor insanlar, o anlamda iyi ki oraya gitmişim.”
KÖ: Peki New York’ta Türk olmanın avantajları, farkı var mı?
Sinem Yazıcı: Var tabii, Türk misafirperverliği! Çekim sırasında modellerimi ve ekibimi o kadar misafirperver ağırlıyorum ki, modeller beni 10 yıldır tanıyormuş gibi rahat hissediyorlar. O rahatlığı sağlıyorum. Müşteri ilişkilerinden gelmiş olmamın faydasını görüyorum galiba.
KÖ: Türkiye’deki gençlerin gözünde, New York’a gidip denemek çok büyüyor olabilir, bana şans tanımazlar diye düşünenler vardır. Halbuki herkesin, avantaja çevirebileceği bir özelliği olabiliyor. New York’ta şansını denemek isteyenlere ne öneriyorsun?
Sinem Yazıcı: Vazgeçmemek, çok çalışmak lazım. Cebinde biraz birikimle gitmek lazım, yoksa bir ayda tüm paranı yiyip bitirir, beş parasız ortada kalırsın. Orada kendi mesleğini yapmak isteyenlerden bahsediyorum, zor ama yapabilen çok insan var. Yoksa garsonluk da yapabilirsin, komilik de, hayatta kalırsın bir şekilde. Türkiye’yi özleyip geri dönen de oluyor, orada kalıp gayet iyi durumda olup burayı özlemeye devam edenler de… Ama o özlem hep olacak zaten.
KÖ: Ne kadar özlem olsa da, New York’ta yaşamanın güzel yanları da vardır. Sen ne dersin? İyi ki New York’tayım çünkü…
Sinem Yazıcı: İyi ki New York’tayım, çünkü New York her şeyin ilk doğduğu, başladığı şehir, bu yüzden görsel anlamda inanılmaz doyurucu. Gerçekten çok farklı insanlarla, çok farklı zihniyetlerle çalışma şansını yakalıyorsun, bambaşka ülkelerden bambaşka değerlerden bir sürü insanla aynı takımda olmak müthiş bir deneyim. İlk gittiğimde hep yazıyordum; bugün bir Brezilyalı, bir Afrikalı, bir Türk, bir İngiliz ve bir Fransız’la çekim yaptım. Düşünsene dünyanın farklı ülkelerinden çok farklı gözler, çok farklı kültürler. Türkiye’de at gözlükleriyle yaşıyoruz, orada sana bambaşka vizyonlar açabiliyor insanlar, o anlamda iyi ki oraya gitmişim. New York Moda Haftası’nda hep kulislerdeyim. Top modeller olsun, ajanslar olsun, ünlüler çoğu zaman çevremde oluyor… Modanın başkenti olmasının verdiği güzellik var.
Kısacası New York’ta her sabah yeni bir güne heyecanla uyanıyorsun.
Görsel: Sinem Yazıcı