İnsanların robotlara karşı savaşını konu edinen birçok film bulunuyor. Distopik evrenlerin ağırlıkta bulunduğu; hastalık, iklim krizi, kıyamet gibi iç karartıcı konuların merkezde olduğu insan ırkını koruma merkezli bu filmlerde robotlar gücü ele geçiriyor ve insanlar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Michael Dockery tarafından yönetilen The Desert isimli kısa animasyon filmi de robotlar ve onların yaratıcıları insanları konu edinen bir film. Ancak klasikleşmiş senaryolardan farklı olarak insanlık gezegenden bir şekilde silinmiş ve geriye sadece insanların yaratmış olduğu robotlar kalmış.
The Desert evreninde insanlar bir nedenden dolayı gezegeni terk etmiş ya da tamamen silinip gitmiş. Geriye hurda araçlar, yıkılmış yapılar, kitaplar, televizyonlar ve robotlar kalmış. Bu ıssız topraklarda başıboş dolaşan, savaşama içgüdüsü gibi daha ilkel dürtülerle mücadele eden robotlar efendileri olarak gördüğü insanlardan sonra tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilmeden yaşıyor.
Ruh haline ve belirsizliğe vurgu
Bu özgür evrende ne yapacaklar? Tercihleri nasıl sonuçlar doğuracak? İnsanlar gibi hatalı tercihler yapıp bunların sonuçlarıyla mı yüzleşecekler yoksa kendi yaratıcılarının da bir adım önüne geçip gelişecekler mi? Yönetmen Michael Dockery de filmini “ruh hali ve belirsizliğe vurgu” olarak tanımlanarak bu sorulara sordurmak istediğini gösteriyor. Filmin her saniyesinde bu belirsizlik robotların savrukluğu üzerinden vurgulanıyor.
Filmin sonu da tüm serüven boyunca olduğu gibi kendi sorularını birlikte getiriyor. Gökyüzünde gözüken ışık demeti yaşamın gezegene geri döneceğini mi yoksa başka bir kozmik canlılığımı temsil ediyor? Diz çökmüş robotun önündeki varlık neyi anlatmaya çalışıyor? Yönetmen tüm bu soruların ucunu açı bırakıyor ve izleyicinin istediği şekilde yorumlamasına izin veriyor.
The Desert için yaratılan estetik evren, yönetmenin sitesindeki çizimlerden de görülebileceği üzere 3 yıl öncesine kadar dayanıyor. 5 dakikalık kısa animasyon filmde klasik bir olay örgüsü bulunmuyor. İzleyici farklı ruh halleri içerisinde savrulup duruyor. Müzik ve görsel tonlar ile değişen bu duygu durumunda çoğunlukla melankolik bir hava var.
Yönetmen, “asıl yabancı gezegen dünyamızdır” diyen İngiliz asıllı bilimkurgu yazarı J.G. Ballard’ın distopyalarından etkileniyor. Yapay zekanın maneviyat ve ahlak kavramı, kendi içindeki ilişkileri düşündürücü bir şekilde aktarılıyor.
Görsel: Intagram, Vimeo, Michael Dockery