Netflix ve benzeri platformlar sinema ve dizi sektörünü, Apple Müzik ve Spotify gibi platformlar müzik sektörünü büyük bir dönüşüme uğrattı. Bununla birlikte izleyici/dinleyici alışkanlıkları ve deneyimleri de bu dönüşüme ayak uydurdu. Görsel sanatlar alanıysa halen dijitali iletişim alanı dışında pek kullanamıyor. Bir dönem online sergi adına türeyen foto galerilerin işlevsiz olduğu anlaşılmış olacak ki bu metottan hızlıca vazgeçildi. Ancak büyük gelişmeler de yolda.
Baktığımızda online sergi metodu çoğunlukla misyon dahilinde gerçekleşiyor. Tate‘in hazırladığı, kayıp eserlerin yer aldığı The Gallery of Lost Art, Smithsonian’a bağlı National Museum of the American Indian’ın isminden mütevellit Amerikan Yerli halklarının kültürünü tanıtmak amacıyla yaptığı Americans sergisi ya da Global Fund for Women kurumuna bağlı International Museum of Women‘ın farkındalık yaratmak amacıyla hazırladığı sergiler internette bulabileceğiniz, kaliteli ve kullanıcı deneyimini öne çıkaran işlerden. Bu alanda başarılı işlerin eğitim, kültürü yayma, bilinç oluşturma ve farkındalık gibi misyonlara bağlı kalarak yapıldığını görebiliriz. (Sergi yapmanın kendisi zaten bir misyon olabilir, o da ayrı bir konu.)
Google Arts & Culture neler getirdi?
Google birçok alanda olduğu gibi bu alanda da yıkıcı teknoloji olduğunu kanıtladı. Google Arts & Culture bünyesinde birçok sergi artık online ortamda sunuluyor. Hatta Google’ın, kara kara nasıl online sergi yapacağını düşünen müzeler ve diğer kurumlar için de kurtarıcı rolüne büründüğünü söyleyebiliriz. Birçok kurum online sergilerini Google Arts & Culture bünyesinde gerçekleştiriyor. Van Gogh Müzesi de bu işbirliğinin en güzel örneklerinden birini sergiliyor.
Baktığımızda Google Arts & Culture’ın da bu misyon üzerinden yola çıktığını görmek gerek. Kurumun direktörü Amit Sood bir TED konuşmasında buna vurgu yapmıştı. “Çoğu zaman Dünya nüfusu sanata ve kültüre gerçek bir erişim olmadan yaşıyor.” Devamında da şunları belirtiyor Sood: “En son fikirlerimizden biri de New York’taki Guggenheim Müzesi’nde gerçekte orada olmanın nasıl olabileceğini tadabilirsiniz. Bir mimari şaheser olduğunu görebilirsiniz. Ancak henüz Guggenheim’e gitme şansı olmamış mimarlık okuyan Bombay’daki bir çocuk için bu erişimi bir düşünün.”
Ancak misyon dışında online sergiler fiziki mekandaki sergilerin yerini henüz tutmadı. VR, AR gibi teknolojilerin ne gibi değişiklikler yapacağı bilinmez. Henüz online sergiler “asıl sergilerin” bir uzantısı ya da web sitesine taşınmış hali muamelesi görüyor.
Duvarları Olmayan Müze
Türkiye’de bu alanda düzenli çalışma yapan kurum sayısı pek yok. British Council Türkiye’nin üç yıldır hazırladığı Duvarları Olmayan Müze işte bu ender çalışmalardan. British Council Türkiye belirli bir tema etrafında küratörlere açık çağrı yaparak kurumun koleksiyonunda olan işleri karşımıza getiriyor.
British Council Türkiye sanat müdürü Su Başbuğu da erişilebilirlik konusuna vurgu yapıyor. “Aslında biz dijitali, herkese ulaşabilmek için bir araç olarak kullanıyoruz. Herkesin sanata eşit erişim hakkı olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla ‘Herkes İçin Sanat’ mottosuyla yola çıktığımızda, engeli olan kişileri herkesin dışında bırakmayı doğru bulmuyoruz. Bu aslında British Council’ın yaptığı her çalışmada gözettiği ve standartlaştırdığı bir tutum.”
Başbuğu yola çıkış hikayesinde de online erişilebilirlik konusundaki olanaklar yatıyor. “2015 yılında İstanbul’da Pera Müzesi’nde ve Ankara’da CER Modern’de, Grayson Perry’nin ‘Küçük Farklılıkların Kibri’ adlı halı serisini sergilemiştik. Sanatçı seriyi, British Council Koleksiyonu’na bağışlamıştı. Biz de serinin mümkün olduğunca çok kişiye ulaşabilmesi için, içerisinde yer alan 6 halıyı ve onları tanıtan bir seri videoyu, sanal bir tur gibi dijitale taşımıştık. Sergileri yaklaşık 50 bin kişi gezerken, sanal sergiyi Türkiye’nin her yerinden 150 bine yakın kişi gezdi. Bunun üzerine, dijitalde sergileme ve dijitalde sanat üzerine düşünmeye başladık. Elimizde 9 bini aşkın eser barındıran bir koleksiyon, Türkiye’de çok yetenekli küratörler ve dijitalde derya deniz bir kaynak varken, bunları birleştirecek bir proje geliştirmenin ilginç olacağını düşündük ve ‘Duvarları Olmayan Müze’ platformu üzerine çalışmaya başladık. Yani amaç bir yandan koleksiyonu farklı seyircilere açarken, bir yandan da bir küratörün ve dijital ajansın profesyonel deneyimlerini artırmak aslında.”
“Projenin en büyük artısı ise ulaşılabilirliği. İnternet bağlantısı olan herkes, hiçbir teknik engel olmaksızın istediği saatte, istediği yerden ve istediği şekilde sergiyi deneyimleyebiliyor. Üstelik sunduğumuz içerik, internette yığınla bulunabilecek datanın aksine, editöryel müdahaleden geçmiş, bir küratörün bir tema etrafında geliştirdiği bir sanat içeriğinden oluşuyor. Bu iki olanak da aslında, bu sanat deneyimini eşsiz kılan ve tamamen kişiselleştiren olanaklar.”
Çünkü eserler fiziksel bir mekanda ziyaret edilmeliymiş gibi bir kanaat var ve bunu kırmak çok kolay değil
British Council’in sergilerinin dünyada örneğini gördüğümüz sergilerden bir farkı da fiziki mekandaki bir sergiyi online’a aktarmaktan ziyade serginin sadece online için tasarlanması. Bu nedenle online sergi tasarımı kurum için önemli bir çalışma başlığı. Peki online tasarıma dair meseleler neler? Fiziki sergi tasarlamakla online sergi tasarlamanın farkları neler?
Bu seneki Cadılarla Dans Etmek sergisini hazırlayan iGoaimalathane’nin Yaratıcı Yönetmeni Volkan Ekşi ziyaretçi alışkanlıklarına vurgu yapıyor. “Aslında tasarım tarafından ziyade, ziyaret/ziyaretçi tarafında zorlukları bulunuyor. Çünkü eserler fiziksel bir mekanda ziyaret edilmeliymiş gibi bir kanaat var ve bunu kırmak çok kolay değil. Kuşkusuz, sergide bulunan eserlerin sergilenmek için yapıldıkları alan/mekan online bir platform değil ama deneyimin kendi evinizde kendi ekranınızda olması aslında bir avantaj.” Ekşi online sergilerin avantajı olarak detaylara odaklanıyor. “Eseri daha yakından incelemek, eser hakkında tüm detayları okumak, ilginizi çeken bir eserin sahibini o anda araştırmak ve diğer çalışmalarını görmek çok daha kolay. Bir müzede bu düzeyde inceleme için yeterli vaktiniz veya imkanınız olamayabiliyor.” Ancak Ekşi yine de fiziki mekanın ziyaretçi açısından önemine de değiniyor. “Bunun yanında, eserlerin boyutlarına dair referansınız olmadığı için, bir sergi alanında çok büyük boyutta bir eserin karşısında durarak onun ihtişamına kapılmak gibi bir şansınız olmuyor elbette.”
Nilbar Güreş, Kafa Üzerinde Duran Totem, 2014, C-print, 100 x 150 cm. Sanatçı ve Galerie Martin Janda, Viyana izniyle
Bir önceki sergiyi hazırlayan POMPAA ekibinin Sanat Yönetmeni Hazal Kutlu da fiziki sergi tasarlamakla online sergi tasarlamanın paralelliklerine vurgu yapıyor. “İlk başta süreç sanki farklı olacakmış gibi düşünüyor insan, fakat biz fiziksel sergiler de tasarlayan bir ekip olarak gördük ki kavramlar farklı olsa da süreç oldukça benzer. Sergi alanının tasarlanması, eserlerin yerleşiminin planlanması, sirkülasyonun tasarlanması, editoryal süreçler, sergi alanının güvenliği gibi birçok süreç paralellik gösteriyor. Online sergi özelinde bizim en önem verdiğimiz konular, yeni tekniklerin ve teknolojilerin kullanılmasının yanı sıra, alışıldık sergi gezme deneyiminin korunması ve herkes tarafından, her yerden sorunsuzca erişilebilir olması oldu.”
Küçük ekranda film mi izlenir?
Ancak online sergilerin en büyük sorunlarından biri sayfa yüklenme sorunları ve mobil uyumsuzluğu. Buna bağlı olarak da izleyici/ziyaretçinin deneyiminde yaşadığı sorunlar ya da eksiklikler. “Biz ‘Cadılarla Dans Etmek’ sergisini tasarlarken, eserlerle birlikte sitenin kendisinin de serginin bir parçası olmasını hedefledik. Evet, eserler sergilenecek ve incelenecekti ancak bunun yanında kurguladığımız mekanlar ile deneyimin gizemli olmasını, ziyaretçinin birtakım duygularla bu yolculuğu yapmasını sağladık. Bir filmi, cep telefonundan izleme deneyimi ile beyaz perdede izleme deneyimi arasındaki farklar ne ise bir sanat eserini incelerken de benzer bir durum var. Bu bir deneyimin diğerinden daha kötü olmasından ziyade, farklı sebeplerle ve zamanlarda yapılabildiğini gösteriyor,” diyor Ekşi. Ve devamında ziyaretçinin de dönüşeceğini vurguluyor. “Çok yakın bir zamana kadar ‘küçücük ekranda film mi izlenir’ anlayışı, bugün, o küçük ekranlar hesaba katılarak filmler ve dizilerin çekilmesine dönüştü. Bu da gösteriyor ki online müzeler artacak, bu müzelerde online sergilenmesi amacıyla eserler üretilecek ve uyum sorunlarının böylece daha çok önüne geçilecek.” Ekşi eksikliklere de vurgu yapıyor. “Online sergi deneyimi, düzenli olarak sergilere gidip eser inceleyen bir sanat takipçisine alışık olduğu bazı şeyleri sağlayamıyor olabilir.Telefonuyla bir resmi incelerken boyayı, dokuyu göremediği için bundan imtina edebilir ama bir görme engelliye sunduğu olanakları da değerlendirmek gerekiyor.”
Kutlu da bu konudaki çözüm yollarını şu sözlerle özetliyor. “Bizim açımızdan da bir online sergi tasarlarken en önemli konu, ziyaretçinin eserleri mümkün olduğunca fiziki bir sergi gibi deneyimleyebilmesiydi. Bunun için en öncelikli konu ise ziyaretçilerin eserlere fiziki bir sergide görebileceği kaliteye, en yakın kalitede ulaşabilmesidir. Biz bu durumu günümüzde web sitelerinde çok yaygın bir şekilde kullanılan LazyLoading mantığıyla çözebildiğimizi düşünüyoruz. LazyLoading, görsellerin yalnızca ihtiyaca göre, kullanılması gerektiği anda yüklenmesini sağlar. Özellikle, ikinci sergi olan ‘Tanışıyor muyuz?’da tasarlanan soyut mekanı, 8 farklı çözünürlükte ve parçalı olarak hazırladık. Bu katman ve parçalar dinamik yüklenecek şekilde programlandı. Kullanılan sergi alanına ilk adımını attığında, önce bu 8 katmandan en düşük çözünürlüklü hali yüklendi. Yaklaştıkça daha yüksek çözünürlüklü katmanların yüklenmesiyle, istenilen hızda görüntüleyebilmek konusunda sıkıntı yaşanmamış oldu. Böylece kullanıcılar, eserlerin fırça darbelerine kadar yakınlaşma imkanı elde etmiş oldu. Günümüzde mobil cihazlar çok geliştiği için teknik anlamda çok büyük bir sorun yaşamadık. Tabii ki ekran boyutlarına göre bazı değişiklikler olsa da mobil cihazlarda aynı deneyimi sağlayabildiğimizi düşünüyoruz.”
Online sergi hazırlamak daha mı kolay?
Son bir konuya da değinelim. Online sergi hazırlamak fiziki sergi hazırlamaktan daha mı kolay? Başbuğu bu konuda tersini söylüyor. “Elbette bizi farklı kılan bu özellikler, bir yandan da görünmez kılabiliyor. Bir müze sergisi için uygulanan klasik pazarlama tekniklerinin yanı sıra, dijitalde görünebilir olmak için çok daha büyük bir mesai ve kaynak harcanıyor. Yani sonsuz bir seyirci kitlesine ulaşma imkanınız var ama o kitleye ulaşmak için de neredeyse sonsuz bir efor harcamanız gerekiyor.”
Peki online sergi tasarımının geleceği nasıl olacak? Şu ana kadarki metotların izleyiciyi pek tatmin etmediği ortada. Belki de elimizdeki olanaklarla online sergi fiziki mekandaki sergilerin yerine geçmeyecek. Geçmesi gerekiyor mu? O da ayrı bir konu. Ancak VR ve AR teknolojilerinin gelişmesi ve yaygınlaşması bu potansiyeli içinde barındırıyor. İsviçre merkezli VR All Art, Google kuruluşu olan TiltBrush ya da Marina Abramovic, Jeff Koons, Anish Capoor gibi günümüzün majör sanatçılarıyla ortak projeler üreten Acute Art şu sıralar öne çıkan kurumlardan. Sanırım sanat kurumlarının teknoloji beklemek dışında pek bir şansı yok.
Görsel: British Council, Nilbar Güreş