Robert Ford ilk sezonda “Mozart, Beethoven ve Chopin ölmediler, müziğe dönüştüler” demişti. Ortaya bir eser çıkarıyorsanız ölmezsiniz bence de. Ona dönüşürsünüz. Fikirlerimiz, hislerimiz yayıldığı müddetçe, biz hayatla olan derdimizi anlatabiliyorsak bedene ihtiyacımız var mı? Peki ya tekrar yaşayabildiğimizi varsayalım. Yeniden doğuyoruz ve yeni kimliklerle sıfırdan başlıyoruz diyelim. O zaman önceki hayatımızda bizim yarattığımız bir değerle yolumuz kesişirse onu tanır mıyız? O değeri diğer insanlardan daha fazla mı benimseriz. “Sanki ben söyledim bunu” mu deriz?
Doğuyoruz, büyüyoruz, öğreniyoruz, yayılıyoruz, çoğalıyoruz, tüketiyoruz, bir çok şey yapıyoruz ve bize kısa gelen ama birçok canlıdan daha fazla bir zamanda bu dünyayı deneyimliyoruz. Yetmiyor bir hayat hep daha fazlasını merak ediyor ve arzuluyoruz. Westworld insanların doyumsuzluk hissinin yanlışlığını eleştiren ve dönüştüğümüz şeyi bir aynadan bakıyormuş gibi göstermeyi arzulayan bir yapım. Normalde Michael Crichton’ın 1973’te yazdığı bir kitap olan Westworld geçmişte bir de filme sahipti. Robotların uyanışını ve isyanını işleyen kitap ve film o dönemde de dikkat çekmişti. Michael Crichton zaten okunan bir yazar, özellikle Jurassic Park onun dersem anlarsınız tarzını. Ama dizi yazarın eserini geçeli çok oldu. Anthony Hopkins iyi ki bu eseri tekrardan gün yüzüne çıkardı ve böylesine güzel bir dizi ekibi kurup hafızalardan silinmeyecek bir yapım yarattı bizlere. Robert Ford nasıl ki insanın alması gereken bir ders olduğuna inanıyorsa bence Anthony Hopkins’te bizlerin öğrenmesi gereken şeyler olduğuna inanıyor.
Herkes İkinci Şansı Hak Ediyor mu?
Westworld bu Pazar yayınlanan ikinci sezon finaliyle yine biz sevenleri ondan mahrum bırakacağı bir araya girdi. Öyle güzel kafa karıştırıcı şeyler yaptılar ve öyle güzel şeyler söylediler ki bu sezon, ben izlerken birinci sezonu hiç aramadım. Ford karakteri dizinin belli bir yerine kadar hiç görünmemesine rağmen, zaten hep var olduğunu ve dediği gibi sanatçıların ölümünün bir değişim olduğunu bize kanıtladı. William karakterinin gerçekliği sorgulaması, kızıyla yaşadıkları ve sonrasında onun kayboluşu, sezon finalinde gördüğümüz üzere William’ın da kayınpederine ve Delos şirketine yaptıklarının cezasını aynı şekilde yaşaması güzel bir karakter hikayesiydi. Özellikle kızının hikayeye dahil edilişi, yetiştirilişini görüşümüz, bize insanın her seçiminin onu nasıl bir insan yaptığını bir kez daha hatırlattı.
Westworld’de bu sezon en çok sevdiğim şey insan kavramının zayıflıklarını bütün çıplaklığıyla göstermesi oldu. Kendini insan zanneden karakterlerin insan olmadığını keşfetmesi, robotların uyanışı ve özellikle Akecheta’nın hikayeye çok güzel bir şekilde dahil oluşu. Son üç bölüm tokat gibi çarptı adeta. Westworld bir yapbozsa gerçekten bu sezon eksik anlatılan tüm parçaları doldurdu ve kafalarımızda yeni soru işaretleri yaratarak ara verdi.
Seçimlerimizin Ne Kadarı Bize Ait?
Artık sezonun başından beri sahilde kenara vuran robotların neden öldüğünü biliyoruz. Akecheta’nın uyanışı ve kişisel hikayesini kendisinin yaratmasının sonuçlarında artık o robotlar başlangıç hikayesindeler ve kendi bilinçleriyle yaşıyorlar. Ya da kapının ötesinin hangi vadiye açıldığını biliyoruz. Bernard’ın seçimlerinin sonucunu nasıl toparladığını gördük. Dolores istediği ikinci şansı hak etti. Ve yanında dünyaya giderken 5 kişiyi daha götürdü. Biri Bernard/Arnold’dı. Biri Teddy olabilir, biri Maeve olabilir, biri babası olabilir peki diğeri kim?
Delos şirketinin de amacının insanlara eğlence satmak değil insanlara ölümsüzlük yaratmak olduğunu bu sezonda iyice anladık. Delos’un ölümsüzlük yaratmadaki takıntısının sonuçları ne olacak, insanlar ölümsüzlüğe dair olan arzusunun sonucunda ne gibi sonuçlara katlanacaklar bunlar aklımızdaki sorular. Ama şirketin yarattığı sistemi ilerleten esas kişinin artık William’ın kızı olduğunu biliyoruz. Ve William’ın da kayınpederi James Delos gibi bazı seçimlerinden asla vazgeçmediğini, kızını hep şüpheyle öldürdüğünü biliyoruz.
Sezon boyunca ileri geri zaman çizgisinde de Dolores’i iki farklı şekilde gördüğümüzü çok güzel bir şekilde öğrendik. Meğer sezonun başından beri Hale diye izlediğimiz karakter Dolores’miş. Hatta internette Dolores ve Hale ikilisine Halores denmeye başlandı bile. Nolan ve Joy ikilisi karakterlerin dönüşüm hikayelerini beklediğimiz kişilerden ama bizi kendilerine hayran bırakacak şekilde veriyorlar. Maeve yine en önemli karakterlerden biri olarak sezon finalinde de içindeki şefkatin ne kadar fazla olduğunu bir kez daha kanıtladı. Şefkat ve sevginin bize biçilen rolleri değiştirebileceğinin ayaklı kanıtı Maeve. İçindeki kurtarıcı dürtüsü, çocuğundan başlayarak tüm yaşaması gerektiğine inandığı canlılar için geçerli. Ve Maeve de ikinci bir şansı hak ediyor. Artık Maeve’i kızıyla sarıldığı mutlu olduğu bir dünyada görelim isterim bu dizi bittiğinde.
Hepimizin insan olmak üzerine hayal kırıklıkları var. 9. bölümdeydi sanıyorum, Ford Bernard’a insanın bozuk bir kod olduğundan bahsetmişti. Ve hatalı bir üretim olmamızın en büyük yanılsamasının kendimizi mükemmel olarak adlandırdığımızı vurgulamıştı. Ben de Ford’a katılıyorum. İnsan yanılsamalarından ötürü mükemmel olamayacak ve hep daha fazlasını arzulayacak bir canlı. Hep daha fazlasını arzuladığımız için de yaşadığımız anları ıskalayan ve hayatımızı gerektiği gibi yaşayamayan canlılarız. Kendimizi doğadan kopardık, kendi iç sesimize kulak asmaz olduk, duygularımızı gömdük en derin çukurlara ve beton ormanlarda kendi yarattığımız kavramların kölesi olduk. Yaşanan bu döneme post-modernizm dedik, sorgulayalım dedik ama bu sorular bizi daha da özümüzden uzaklaştırdı. Westworld’un üçüncü sezonu o yüzden merak ediyorum insan kavramının başka hangi yanlarına odaklanacak. Ayrıca son bir not da düşmek istiyorum, TV tarihinde kişisel olarak Battlestar Galactica’dan sonra beni bu kadar düşündüren, içine sürükleyen tek bilimkurgu dizisi Westworld oldu. İzlemediyseniz Battlestar Galactica’nın 2004 yılında yeniden yayınlanan serisini izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.
Görsel: HBO