Yaratıcı bünyeler için günlük besin kaynağı
the graveyard book by master gaiman!

the graveyard book by master gaiman!

Coraline sevgisini hep beraber paylaştıktan sonra Gaiman'la devam etmemizin bir mahsuru var mı?

I said
she's gone
but I'm alive, I'm alive
I'm coming in the graveyard
to sing you to sleep now
(Tori Amos – GRAVEYARD)

Bu kadar hızlı çevirilere alışkın olmadığımızdan olsa gerek Idefix'ten gelen satış haberiyle küçük bir şok yaşadım evvela. Bir Kıyamet Komedisi'nin çevirisinde yaşadığım hayalkırıklığından sonra, bu kadar süratli bir çeviriden de korktum açıkçası; ancak ummadık taş baş yararmış ve evet, Evrim Öncül isimli arkadaşı tanımıyor olsam da kendisine bir teşekkür borcum var 🙂

(Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyeyim: Good Omens'in orijinaline de sahiptim, ancak dili çok ağır gelmiş ve okuyamamıştım. Sonra okuması için bir kimseye verdim -yazık ki- ve işte o günden beri sevgili kitabım artık hiç istemediğim bir kimsede -acı hatıra)

Kısa bir özetle başlayalım… Graveyard Book, ailesi bir cinayete gitmiş bir bebeğin katilin elinden şans eseri kurtulup yeni yaşantısına bir mezarlıkta başlaması, mezarlık sakinleri tarafından evlat edinilip yıllar boyunca izini süren katilden korunmasını anlatıyor.

Mezarlık Kitabı'nda en çok hoşuma giden noktalar Gaiman'ın Bod'un -anakarakterimiz- bebeklikten ergenliğe geçiş dönemine varana dek geçirdiği değişimi harikulade bir şekilde betimlemesi oldu. Aklımdan kazınmayacak olan sahneyse mutlaka ki Bod'un yatağından çıkıp mezarlığa gidişini betimlediği cümleler olacak. Sırf o cümlelere bakarak Gaiman'ın bir adet süper baba olduğunu bile iddia edebilirim! 🙂

"Evet." Silas duraksadı. "Öyleler. Ve onların, çoğunlukla, dünyayla işleri bitti. Ama senin bitmedi. Sen canlısın Bod. Bu da sonsuz bir potansiyelin olduğu anlamına geliyor. Her şeyi yapabilirsin, herhangi bir şey yaratabilirsin, herhangi bir şeyi düşleyebilirsin. Eğer dünyayı değiştirirsen, dünya değişir. Potansiyel. Öldüğün zaman, o yok olacak. Son. Yarattığını yaratmış, düşünü düşlemiş, ismini yazmış olursun. Buraya gömülebilirsin, hatta yürüyebilirsin. Ama potansiyel bitmiştir." Bod bunu düşündü. Neredeyse doğru görünüyordu, ama aklında istisnalar -mesela, anne babasının onu evlat edinişi- geliyordu. Ölüler ve canlılar farklıydı, bunu biliyordu, ama ölülere karşı duygudaşlık besliyordu.

Mezarlık Kitabı'nda da Coraline'daki (Koralin değil, kesinlikle değil; Korealayn) gibi ebeveyn-çocuk çatışmalarını net bir biçimde görebiliyoruz. Ancak Mezarlık Kitabı'nda asıl önemli olan çocuğun yaşadığı çevreye adaptasyon süreci. Tarzan'ın daldan dala uçması misali bir Bod var satırların arasında; elbette daha mezarlıkvari:

İlk başta hiç kimse oğlanı fark etmedi. Hatta hiç kimse oğlanı fark etmediklerini bile fark etmediler. Sınıfın arka tarafında, ortada oturuyordu. Doğrudan kendine sorulmadığı müddetçe sorulara cevap vermiyordu; verdiğinde de cevapları kısa, hatırlanması zor ve renksiz oluyordu: Bod akıldan ve hafızadan kayboluyordu.
"Sizce oğlanın ailesi dindar mı?" diye sordu Bay Kirby öğretmenler odasında. Kompozisyonlara not veriyordu.
"Kimin ailesi?" diye sordu Bayan McKinnon.
"8-B'deki Owens'ın," dedi Bay Kirby.
"Uzun boylu, sivilceli delikanlı mı?"
"Öyle olduğunu düşünmüyorum. Orta boylu."

Bilhassa bu bölümler içime dokundu. Ölümle yaşam arasındaki çizgi ne kadar basit ve bir o kadar başarılı aktarılmışsa, ölünün izlerinin yaşayanların dünyasından ne denli çabuk silindiğine de bir o kadar içe dokundurularak verilmiş. En azından benim için öyleydi…

Kitabın diğer göze çarpan karakteri Koruyucu Silas ve öğretmen Bayan Lupescu'nun yolculuğu ise bana Neverwhere'de karanlık tüneller boyunca yapılan yolculukları anımsattı. Anımsattı anımsatmasına da rahatsız edici benzerlikler olmadı bunlar.

Ah, bu arada bir de Kır Atlı Hanımımız var… Ölüm, Gaiman'ın ellerine seve seve teslim olacağı bir hanım yine bu kitapta da. Keşke, diyorum, Death ile azıcık daha benzeşseydi. 🙂

Son bir nokta… Bod'un ailesinin neden öldürüldüğü, katil(ler)in neden hala Bod'un peşinde koştuğu hikayenin sonunda güzel bir şekilde bağlanmış; ancak ben bir açık kapıya takıldım kaldım. Yoksa bu Jack denen adamlar kendi kaderlerini kendileri mi yaratmış? Oh, Destiny! Sen de mi buradaydın?.. 🙂