“Slap My Words Up: Language in the Digital World” oturumu, en sakin geçen ama beni en çok heyecanlandıran oturum oldu. Kelimelerle oynamaktan ayrı, dijital işlerle ilgilenmekten ayrı keyif aldığım için sanki aynı anda en sevdiğim yemeği mama sandalyesinde yerken yerden en sevdiğim oyuncağı da almaya çalışırken şaşıran 3 yaşımdaki halime döndüm. (İçimden tabii, dıştan bakınca kaşlarımı kaldırıp not alıyor, iPad’le fotoğraf çekiyorum bu aşırı derecede dijital ve edebî ortamda.)
Önce konuşmacılarımızı tanıyalım:
– Mckinney İçerik Direktörü Gail Marie.
– Digitaria reklam ajansı iletişim müdürü Kristina Eastham.
– Baltimore üniversitesinde Dijital İletişim, Ticaret ve Kültür Merkezi Direktörü Dr. Sean Carton.
– Fast Company muhabiri Neal Ungerleider.
Konuşmacılar, kendilerini alışılmadık -ama oturumun konusuna da çok yakışan- bir şekilde kendilerini tanıtıyorlar. Her biri, kendince bir türlü düzeltemediği yazım hatasını itiraf ediyor. Listemiz şöyle:
Hemen çeviriyorum:
– You’re/your – sen/senin karışması. Ses olarak bu iki kelime İngilizce’de birbirinin neredeyse aynısı.
– Run-on sentences / Nokta özürlü cümleler kurmak. Bir türlü bitemeyen cümlenin alıp başını başka cümleye bağlanması ve sürekli devam etmesiyle beliren anlatım bozukluğu.
– Misuse of apostrophes / Tırnak işaretlerini nereye koyacağını bilememek.
– Incorrect use of myself / Nerede “myself” (kendim) nerede “I” (şahıs zamiri) kullanacağını bilememek.
Benim çözemediğim düğümler de şöyle; hafta sonu – haftasonu / elele – el ele / yurt içi – yurt dışı – yurtiçi – yurtdışı.
Bu toplu itiraftan sonra, bazı dertlerini de bizimle paylaşıyorlar
Sean Carton’ın derdi, web sitelerinin başındaki www’yi söylemenin kısa bir yolunu bulmak.
Ayrıca toplu olarak, Facebook’un “Add Friend” (arkadaş ekle) özelliği yüzünden friending (arkadaşlık etme) fiilinin anlam değiştirdiğinden dem vuruyorlar. Günümüzde artık friend fiili arkadaş olmak değil, Facebook veya benzeri bir sosyal ağda bağlantı kurmak. Yani yüzeysel bir tanışıklık sağlamak.
Kristina Estham’ın derdi, sosyal ağlar veya e-posta yoluyla tanıştığı kişiler için kendi uydurduğu e-quaintance kelimesini kullanmak. (İngilizce acquaintance tanıdık kelimesine göndermeli.)
Dijital dünyanın dili denince, konu tabiî ki yanlış kullanımlardan açılıyor.
Bu tweet’te “senden 1000 kat daha iyi dans eder” denirken, times yerine tomes yazılmış bir tweet örneği var. (İngilizce klavyede O ve I’nın yerlerini kontrol edenler el kaldırsın! 🙂
Harf hatası mı, yazım hatası mı?
Basit bir harf hatası, (typo) hangi koşulda basit hatadır ve göz ardı edilebilir, hangi koşulda yazım bilgisi eksikliği gösterecek derecede ciddi bir yazım hatasına (error) dönüşür? Bu ikisinin farkı nedir?
Burada çok güzel bir tartışma doğuyor:
Sosyal medyada yazım hatası affedilir mi?
Kristina Eastham, Twitter gibi yazınızı gönderdikten sonra hatayı geri almaya imkân vermeyen bir platformda hata yapmakla; Blog platformları gibi, CMS sistemiyle yazıyı tekrar düzenlemenin mümkün olduğu bir yerde hata yapmanın farklı olduğuna dikkat çekiyor. Sonuçta sosyal medyada yazıp gönderdiğiniz metni geri alamıyorsunuz.
Diğer panelistler, “Artık Facebook’ta yorumunu tekrar düzenleyebiliyorsun” deyip atlıyorlar 🙂 Önemli olan yorumu değil kendi Facebook gönderini düzenleyebilmek tabii ki. Panelde bahsi geçmedi ama Facebook’ta da şöyle komik bir durum var:
Matt’in işaret ettiği gibi, “Gönderini düzenle veya sil” menüsünde metni düzenlemeye dair seçenek yok (!)
Eastham sonuçta, bir yazı platformunda yazıyı düzenlemeye izniniz varsa, oradaki hatalara daha fazla tolerans gösterilmesi gerektiğini iddia ediyor. Yani blog yazınızda hata yapabilirsiniz. Yayınladıktan sonra biri uyarırsa da gerekli düzeltmeyi yaparsınız.
Öte yandan sosyal medyada gönderiler ancak silinerek geri alınabildiği için, orada çok daha fazla dikkat etmek, iyice kontrol edip öyle yazı göndermek gerekir, diyor Kristina Eastham. Kendisi muhtemelen akıllı telefonunda yazdığı tweet’leri 2 kere okuyanlardan.
Tam o esnada Sean Carton itiraz ediyor; “Tam tersi!” diyor. “Sosyal medya özünde konuşma dilini temel aldığı için esas orada hatalara daha fazla tolerans göstermeliyiz. Yazıyı düzenleyebildiğimiz ve daha uzun yazdığımız bloglarda ise, zaten uzun yazı mecrası olduğu için yazmaya ve kontrol etmeye yeterli vakti ayırmalı ve yeterli emeği vermeliyiz” diyor. “Esas bize yazma ve düzenleme hakkını veren yerde hata yapma hakkımız sınırlı!” diye görüşünü savunuyor.
Carton, tweet göndermenin hızlı ve anlık bir işlem olduğunu ve bu yüzden noktalama ve büyük harf kullanımında kurallara dikkat etmenin eşyanın tabiatına aykırı olduğunu ifade ediyor. “Ama e-posta’yı tamamen kurallara uygun yazmak lazım” diye ekleyerek.
Carton’a göre, dijital medyanın kendi içinde bir paradoksu var. Temelini yazıdan alıyor ama yazılı kültürden çok sözel kültüre yakın. Bütün bu karmaşa bu yüzden çıkıyor. İnternette yaratılan her içerik, mütemadiyen bir çeviri halinde: Tabiri caizse yazılan yazı dilinden, konuşulan yazı diline çevriliyor. Örneğin ben de bu yazıyı yazarken – teknik olarak yazılı mecra olmasına rağmen – kitap diliyle yazmamaya, sizinle sohbet edercesine yazmaya çalışıyorum.
Gail Marie ise, harf hatasının bir parmak sürçmesi olduğunu ve hızlı yazmaktan kaynaklandığını, üniversitede 4 seviyede dilbilgisi öğretmesine rağmen kendisinin de arada sırada hata yaptığından bahsediyor.
Neal Ungerleider, bu tür parmak sürçmelerinin üzerine tuz biber eken autocorrect (otomatik metin düzeltme) sistemini sakince lanetleyerek devam ediyor 🙂 Esas eleştirdiği kısım, bu tür otomatik düzeltmelerin, düzenli olarak yaptığımız hataları – sırf onları düzenli yapıyoruz diye – esas kabul etmesi. Sistem, sık yaptığımız hataları sık kullandığımız kelimeler olarak kaydediyor. Bir süre sonra da, doğru kelimeyi yazmaya çalıştığımızda, ya da ilk harfleri yüzünden onunla ortak başlangıca sahip başka bir kelimeyle yazmaya başladığımızda, kelimeyi yanlış haline tamamlıyor! “Akıllı telefonlar bizi akıllarınca taklit ederken, hatalarımızı da taklit ederek dilimizi değiştiriyorlar.”
Kısa daha mı iyi?
Özellikle Twitter ve Vine’ın hayatımıza kattığı kısa ve anlamlı içerik yaratma zorluğu başlı başına bir zorluk. Bu yüzden okuyanın zihninde doğru bir konumlandırma yapmak, bu kısıtlarla çok zor hale geliyor. Konuşmacılar bu konuda hemfikirken, Ungerleider olaya tam katılmadığını belirtiyor. Çok açık ifade etmese de, olaya farklı baktığını, bu kısalığın iyi kullanılırsa avantaj olduğunu söylüyor.
Burada müsaadenizle araya girip bir yorum yapacağım. Gerçek hayatta tanımadığınız, Twitter’dan takip ettiğiniz bir kişiyi düşünün. Tek tek yıl boyunca tweet’lerini okuduğunuzda, o kişi hakkındaki toplam bilginizin attığı tweet’lerin toplamı kadar olduğunu düşünmeniz çok doğaldır.
Sunumdan bir örnek: 5 y’li heyyyy.
Heyyyyy örneğinin bana çağrıştırdığı, 5 ha’lı hahahahaha.
Aslında, tweet’lerinin toplamından çok daha fazla bilgi sahibi olursunuz. O kişinin ritmini anlarsınız, onun duygu ve düşünce evrenini, referans noktalarını sezebilecek hale gelirsiniz. Tek başına bir şey ifade etmeyecek tweet’ler, tek tek bakılan pikseller gibidir. Yeterince biriktiğinde bütün resmin rengini görmeye başlarsınız.
Sözlü iletişimde nasıl toplam anlam sözlerin toplamına eşit değilse; beden dili, ses tonu, jest ve mimikler nasıl anlamın çoğunluğunu oluşturuyorsa, Twitter’da da kişinin ifade tarzı, referans noktaları, hatta noktalama işaretleri ve yazmasını beklediğiniz ama yazmadığı tweet’ler bile kendisi hakkında çok fazla ipucu verir. Uzun dönemde biriken bu bilgi örneklemi, zamanla bir bağlama oturup bilince dönüşür.
Tweet atmak gençlere zararlı mı?
Yarısı öğretmenlik yapmış olan konuşmacıların gençlerde gözlemlediği bir ifade sorunu var. Belki de Twitter üzerinde tek tek mikro ifadeler kurmaya odaklı düşündükleri için, gençler düşünceleri birbirine bağlamaya yarayan, böylece, sonuçta, bundan dolayı, halbuki, ancak, bir başka deyişle gibi geçiş sağlayan ifadeler olan edatları kullanmayı artık beceremiyorlar.
Usta gazetecilerin internetle imtihanı
Kendisi de gazeteci olan Neal Ungerleider: internet sayesinde, özellikle amatör yazarla, mesleği yazı olan profesyoneli birbirlerinden çok iyi ayrıştırdığını anlatıyor. Nice tanınmış meslek erbabının, hevesle kendi bloğunu açtıktan sonra yaptığı yazım hataları yüzünden itibar kaybettiğini, insanların gözünden düştüğünü gözlemlemiş. “Associated Press’te bile çalışsanız, insanlar özensiz yazmanızı affetmiyor.”
İnternette yazım kurallarına uygun yazamıyorsanız, ne ününüz, ne şanlı kariyeriniz sizi kurtaramıyor. O yüzden her yazınızı sekretere daktilo ettirip redaktörden geçiren eski toprak bir gazeteciyseniz, blog açmadan önce 2 kez düşünün.
İnternette ilk izlenim – insanlar ve markalar
İnsanlar dış görünümleriyle ağırlanır, fikirleriyle uğurlanır derler. İnternette ise insanlar önce yazdıklarıyla ağırlanıyor, hatta yargılanıyorlar. Konuşmacılar şu konuda hemfikir: “Okulda bir yazım hatası yaparsanız eksi alırsınız, ama internette yaparsanız… vay halinize!”
Bu, özellikle sosyal medyada iletişim yapan markalar için geçerli. İnsanların pek de umursamadığı marka hikâyelerini reklam diliyle güzelleştirme uğruna efor harcarlarken, doğru yazım geri planda kalabiliyor.
Sohbet esnasında bir markanın sosyal medyadaki dil kullanımıyla ilgili en önemlil boyutun, ne kadar rahat konuşacağı boyutu olduğu ortaya çıkıyor. Hatalı kullanımlara gitmeyecek kadar düzgün, ama yakın hissettirecek kadar da rahat olmanın altı çiziliyor.
Öteki uçta ise, bir marka için konuşulan dil kapsamında yaratabileceği en büyük pazarlama başarısı, markaya ait özel ismin artık genel bir isim olması – eponym haline gelmesi olabiliyor. Google’lamak en klasik örnek. Bazı ülkelerde fotokopi çekmek Xerox’lamak, hatta kargolamak Fedex’lemek olarak kullanılıyor. Bu, markanın bir ihtiyacı tam ve eksiksiz doldurmasıyla ve o alanda başka oyuncu olmamasıyla mümkün olabiliyor. Zorla güzellik olmuyor, yoksa “Vernelleyin” oluyorsunuz.
Dijital çağın dilbilgisi diye bir şey mümkün mü?
Sadece kağıda yazılan dönem için, dilbilgisi kitaplarımız vardı. Fakat içeriğin üretildiği platformların sanal ve sonsuz olduğu bir dünyada, bu mümkün mü gerçekten?
Yeni bir jargonu önce halk benimsiyor. Sonra insanlar bunu kendi aralarında yazar hale geliyorlar. Böylece sözden yazıya geçilmiş oluyor. Bundan sonra insanları en yakınına girerek koklayan markalar ve ticaret dünyası jargonu benimsiyor. En son da resmî yayınlar ve akademi dünyası. Bu yolculuk içerisinde, herkese aynı anda mantıklı gelen ortak bir dilbilgisi oluşturmak neredeyse imkânsız görünüyor.
Bir dinleyicinin, “Twitter’da ne zaman dilbilgisi kurallarını çiğnemek mübahtır? Mesela although kelimesini sığdıramıyorsak, altgh gibi yazabilir miyiz?” sorusuna verilen cevap beni çok güldürdü.
– Şimdii…nasıl desek. Aslında o kelime sığmıyorsa, aynı ifadeyi but kelimesiyle de verebilirsiniz?
Benim gibi bir dil hastasıysanız, bu oturumdan çok keyif alırdınız. SXSW gibi bir etkinlikte böyle konulara bile yer olması, organizasyonun içerik zenginliğini gösteriyor. Uzunca bir okuma olduğu için sürç-ü parmak eylediysem affola diyerek oturumdan aklımda kalan son güzel sözü paylaşıyorum:
“Esas zor olan kısa ifade edebilmek, nadir bulunan bir yetenek.”
PS: Orijinal sunuma göz atmak isteyenler buraya tıklayabilir.