Pandemi, dijitalleşmeye büyük bir ivme kazandırır ve teknoloji hayatlarımızda giderek daha fazla rol oynarken; yeni teknolojiler eskisi kadar heyecanla karşılanmıyor. Teknolojinin algılanışında bir kayma gerçekleşti. İnsanlar bu yapay zeka çağında teknolojiye karşı şüphe, güvensizlik ve korkuyla bakıyor. Bu algıyı değiştirmek ve teknolojiyi daha insancıl hale getirmek nasıl mümkün? Teknoloji, sanat ve politika bir araya gelebilir mi? SXSW 2021 kapsamındaki “A New Digital Humanism: Art + Tech + Policy” oturumu bu sorulara odaklanırken, disiplinlerarası iş birliklerinin nasıl kurulabileceğine de bakıyor.
Avusturya ile Silikon Vadisi arasında iş, teknoloji ve inovasyon anlamında bir bağ kurmayı amaçlayan Open Austria‘dan Clara Blume önderliğindeki oturum; sanat, teknoloji ve politika dünyasından temsilcileri bir araya getirdi. Oturumda; Ars Electronica sanat yönetmeni Gerfried Stocker (sanat), bulut tabanlı CRM çözümlerine odaklanan Salesforce başkan yardımcısı Eric Loeb (teknoloji) ve Avrupa Birliği ABD Büyükelçisi Stavros Lambridinis (politika) yer aldı. Oturumu; sanatçı ve teknoloji dünyasından insanları bir araya getiren, Open Austria’nın da desteklediği küresel bir platform olan The Grid‘in bu sene ilk kez verdiği eVe ödül töreni izledi.
Daha İnsancıl Bir Teknoloji
Oturumun ana başlıklarından biri teknolojiyi insancıllaştırmak üzerineydi. Burada “human” (insan) ve “humane” (insancıl) kelimelerinin üzerinde bol bol durulurken teknolojinin her zaman insani olduğu ama her zaman insancıl olmadığı vurgulandı. Bugün dünyada teknolojiye karşı yükselen bakışın kuşku dolu olduğuna değinilirken, bunun “teknoloji benim yerimi mi alacak?” gibi endişelerden ve kontrolü ve seçim yapma özgürlüğünü yitirme gibi korkulardan kaynaklı olabileceği konuşuldu. Bu nedenle teknolojinin kalbine insanı koyma gerekliliği tekrar tekrar belirtildi.
Teknolojinin cebimizi değil, hayatımızı zenginleştirmesi gerektiğini belirten Stocker; teknolojinin artık eskisi gibi heyecanlandırmıyor oluşunu da buna bağlıyor. Teknoloji firmalarının kar etme odağından çıkıp insana odaklanması gerekiyor. Oysa bugün birkaç büyük şirket, ortak bir alan olması gereken dijital dünyayı yönetiyor, bir tekelleşme var. O alanı korumak önemli çünkü insanların risk almasını istiyorsak güvendikleri bir alanda oynuyor olmalılar, diyor Stocker.
Bu konuya paralel olarak Eric Loeb; teknolojiyi iyisiyle kötüsüyle, farklı perspektiflerden ele almanın gerekliliğine de değindi. Artık teknolojinin hayatımızın merkezinde olduğunun altını çizen Loeb; gerek kullanıcıların gerek teknolojiyi üretenlerin teknolojinin şu andaki ve potansiyel etkisini doğru anlaması ve politikaların da buna göre üretilmesi gerektiğini söyledi.
Avrupa Birliği ve Teknoloji
Politika demişken… Büyükelçi Lambridinis Avrupa’nın teknolojiye 3 ana ilke çerçevesinde bakışını özetledi. Birinci ilke, demokratik ülkelerde vatandaşların devletlerinin yaptıklarını gözlemlemesi ve değerlendirmesi gerektiğine dairdi. Devletlerin vatandaşları izlediği, gözlediği ülkelerde demokrasiden çok da bahsedilemiyor elbette. Dolayısıyla bu ilkeye göre teknoloji vatandaşın bilgi alması gibi amaçlarla kullanılmalı; tersi için değil. İkinci ilke, yeniliğin olumlu ve önemli bir şey olması gerekliliği. Buradaki kilit konu bu yeniliğin insan hayatına olumlu bir etki yapıyor olması. Üçüncüsü ise kişisel mahremiyet hakkı. Kısacası AB’nin teknolojiye bakışı insan haklarına ve demokratik değerlere odaklı bir çerçeveden.
Lambridinis, bu doğrultuda AB tarafından dijital dünyaya yönelik getirilen iki yasa teklifini de değindi. Bunlardan biri tüketicileri korumaya odaklı Dijital Hizmetler Yasası (Digital Services Act), diğeri ise dijital pazarın adil ve rekabetçi yapısını korumayı amaçlayan Dijital Piyasalar Yasası (Digital Markets Act). Bu iki düzenleme de temel insan haklarını gözeten, güvenli ve şeffaf bir dijital alan yaratmayı hedefliyor.
Sanat ve Teknoloji İş Birliği
Oturumun diğer bir odağı da sanat, teknoloji ve politika arasında kurulabilecek iş birlikleri ve ortaklıklardı. Bu üçü birbirlerinden ayrı kategoriler gibi görünse de yukarıda bahsettiğimiz “dijital hümanizm”i sağlamak için bir araya gelmeleri çok değerli çünkü sanat, insanları bir araya getirecek büyük bir güce sahip. Bu nedenle farklı disiplinlerden insanların saygı ve açıklık çerçevesinde beraber çalışabilmeleri çok önem taşıyor.
Bunun için de iki farklı disiplinden sanatçıyı konfor alanlarından çıkıp denemeler yapabilecekleri, risk alabilecekleri bir ortama taşımak gerektiğinden ve burada bilinmezliği kucakladıklarından aynı bakış seviyesine geleceklerini anlatıyor. Yani, diyor Stocker, iki insan suya düşse, ancak o zaman el ele tutuşup oradan çıkmanın yolunu ararlar, biri botta, biri sudayken değil.
The Grid’den Ödül
Sanat ve teknolojiyi bir araya getiren bir platform da The Grid. The Grid’in bu sene ilk kez vereceği eVe ödülü, Avrupalı yazar Daniel Kehlmann ile yapay zeka üzerine çalışan Amerikalı bilim insanı Bryan McCann’i bir araya getiren AI Storytelling projesine verilecek. Proje, geleneksel sanat ile yapay zeka teknolojisinin bir arada nasıl büyülü bir şey yaratabileceğini gösteriyor.
Thank you to everyone who made the first #eVe Award Ceremony a success, with special thanks to @EUAmbUS, @Benioff, and @EricLoeb4. 🙌
Congrats again to the award winners, #DanielKehlmann and @BMarcusMcCann! 🏆
Watch the full ceremony here: https://t.co/VJdqa65V7z
(1/2) pic.twitter.com/nNH4zEHJXQ— Open Austria (@open_austria) March 19, 2021
Görsel: SXSW