Instagram artık 1 milyarı aşan aktif kullanıcı sayısı, kendi ekonomisini yaratan influencer‘ları, selfie kültürü, reklamverenler için kullanışlı mecralardan biri olması gibi sebeplerle internet ekosisteminin en büyük parçalarından birine dönüştü. Günümüz görsel kültürünü incelemek için de mükemmel bir veri madeni olarak da görülebilir. Yıllar sonra antropologlar Instagram’a yüklenen görselleri incelediklerinde ne tür yorumlar yapacaklar merak ediyorum.
Instagram bir yandan da görsel algımızı dönüştürüyor. En son Story ve IGTV hamlesi dikey video mu, yatay video mu tartışmalarını tekrar alevlendirdi mesela. Selfie’lerle, etiketlerle de fotoğraf üretim biçimimizi şekillendirmeye devam ediyor. Görsel üretirken Instagram’ı düşünmeden hareket etmek artık o kadar kolay değil. Instagram’da öne çıkma potansiyeli olan bir materyal üretiyorsanız dolaşıma girmek için birkaç adım öndesiniz demektir.
Dolayısıyla sanat alanında da bu mesele son zamanlarda bolca tartışılmaya başlandı. The Independent’tan Holly Williams mesela “Sosyal medya sanatı bozuyor mu?” diye başladığı yazısını sanat eseriyle selfie çekme kültürünü narsisizm üzerinden okuduktan sonra “sanat herkes içindir” diyerek noktalamış. Quartz’dan Anne Quito da “Instagram sanatı deneyimleme yollarımızı öldürüyor” başlıklı sert yazısında telefonlarımızı bir kenara bırakıp sanat eserlerine gerçek anlamda bakmamızı öneriyor. Yıllarca fotoğraf çekme yasağı uygulayan müzelerin artık yeni politikalar ürettiğini ve üretmek zorunda kaldığını görebiliyoruz.
Yeni bir fenomen: Pop-up müzecilik
Tabi ki her fenomenin paraya dönüştürülebildiği ABD’de buradan yola çıkan bir trend başladı. Pop-up müzecilik son zamanlarda gittikçe büyüyor. Pop-up sergiler sayesinde müzeler ve sanat kurumları ziyaretçi sayılarını ve dolayısıyla ziyaretçi gelirlerini bir anda artırabiliyor. Vox bununla ilgili çok iyi bir belgesel hazırlamış. Sanat eseriyle etkileşime girmenin temellerinin yerleştirme sanatına dayandırıldığı video bu yeni fenomene işaret ediyor.
Bu noktada incelemesi en ilginç alanlardan biri de sanat kurumlarının, sanat etkinliklerinin Instagram stratejisi. Bizde özellikle Contemporary İstanbul sanat fuarı sırasında Instagram konusunu bolca konuşuyoruz. Yakın zamanda da Ömer Koç koleksiyonundan oluşan Kapı Çalana Açılır sergisi Instagram’cıları çok sevindirmişti. Ben de Gazete Duvar’a yazdığım yazıda Instagram verileri üzerinden sergiye olan ilgiyi incelemiştim.
Pera Müzesi, SALT ve ARTER meseleye nasıl bakıyor?
Şimdi de Türkiye’deki sanat kurumlarının bu alandaki düşüncelerine bakalım. Dünyadaki farklı trendler arasında bizimkilerin bu meseleyi nasıl ele aldığını inceleyelim.
Pera Müzesi Dijital ve Sosyal Medya Sorumlusu Irmak Wöber Instagram’ı insanların hemen her konuda ilham almak için ilk başvurduğu mecra olarak değerlendiriyor ve ekliyor “sanat konusunda da bilgi sahibi olmak için hiç fena bir başlangıç noktası sayılmaz.” Jerry Saltz gibi sanat eleştirmenlerinin mecrayı yoğun olarak kullandığını da belirtiyor. “Biz de özellikle YouTube kanalımızı ve Instagram sayfamızı insanlara daha müzemize gelmeden müzemizi deneyimlemiş gibi hissettirmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyoruz. Burada sıkça aldığımız bir soru ‘Peki bu fiziksel ziyaretçi sayılarını azaltmaz mı?’ oluyor ancak bizim gözlemlerimiz böyle olmadığı yönünde. Sosyal medya merak uyandırıyor, insanları sanatı fiziksel olarak da deneyimlemek için aksiyon almaya motive ediyor.”
ARTER Medya ve Pazarlama Koordinatörü Üstüngel İnanç da Instagram ve sanat ilişkisi konusunda şunları belirtiyor. “Kültür sanat kurumlarının sosyal medya platformlarını, özellikle de en güncel ve hareketli görsel odaklı platform olan Instagram’ı ziyaretçileriyle olan etkileşimlerini artıracak şekilde kullanmalarına paralel olarak, ziyaretçilerin de paylaşımlarıyla bu etkileşimi desteklediğini söyleyebiliriz.” İnanç paylaşımlar yardımıyla ziyaretçilerin kültür kurumlarının ve sundukları sanat deneyiminin birer parçası olduklarını ifade etme fırsatı bulduklarını ekliyor. “Bunun yanı sıra, bu paylaşımlar ile bu deneyimi birebir yaşama imkanı olmayan kişilere de erişerek, kültür sanat kurumlarının sınırlarını genişlettiklerini de gözlemlemek mümkün. Instagram paylaşımlarının sergilerin erişilebilirliği konusunda oldukça aktif bir rol oynadığını söyleyebiliriz.”
SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner ise konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor. “Instagram verilerinin bir ölçü olarak takdir edildiği koşullar, aslında günümüzde sergileme dürtüsünün vardığı noktayı çok güzel tespit ediyor. SALT’ın Instagram kullanıcılarının fotoğraflarından bir ölçümleme yapmaya ve/veya içeriğini bu mecraya göre şekillendirmeye yönelik bir eğilimi yok. Kurumun çok yönlü üretiminin mekân ve çevrimiçi ortamdaki kullanımlarını ise değişen biçimlerde incelemeye ve algılamaya çalışıyoruz.” Öner, mekân’ın SALT’ın bünyesindeki belirli sorulara dair çeşitli bakış açılarını farklı formatlarda ele almak ve kullanıcılar ile karşılıklı değerlendirme imkanı tanıdığı için önemli olduğunu vurguluyor. “Bu bakımdan ‘orada bulunulduğunun etiketlenmesine’ değil aktif bir katılım sağlanmasına yönelik işliyor ve iletişimin iki yönlü olmasına aracılık ediyor.”
Bu vesileyle SALT bu yıl itibariyle “SALT’ta Araştıranlar” isimli bir sunum serisi başlattı. Kurumun bina ve kaynaklarından faydalananların kendi çalışmalarını aktardığı sunumlarda dile getirilen aidiyet duygusunun bir sergi bağlamındaki etiketten çok daha kritik olduğunu belirtiyor Öner.
Sanat kurumları sosyal medyayı nasıl ölçümler?
Wöber, sergilerinin kurulum aşamasında sosyal medyada nasıl bir etki yapacağına dair motivasyonlarının olmadığını belirtiyor. “Ancak,” diye ekliyor, “sergi kurulduktan sonra serginin sosyal medya üzerinden ilgi çekeceğini düşündüğümüz noktalarını belirleyip, bunların müzenin hesabından da öne çıkarılmasına dikkat ediyoruz.” Wöber sosyal medyadaki müzede ya da müzeyle ilgili yapılan paylaşımları takip ettiklerini belirtiyor. “Sergi bazında yaptığımız incelemelerle her bir serginin sonunda, serginin sosyal medyadaki yansımalarını ele alan bir rapor hazırlıyoruz. İlgi, sergiden sergiye ve hatta mevsime göre değişebiliyor. En çok etkileşimi aldığımız mecra Instagram, ikinci sırada Twitter geliyor.”
İnanç da Ekim 2014 ve Eylül 2018 tarihleri arasında yürüttükleri Artegram projesinden bahsediyor. “İzleyicilerin arter hastagiyle paylaştıkları fotoğrafların toplandığı bir mikro siteydi bu. 4 yıl süresince binlerce fotoğraf birikti. İzleyenlerin gözünden 4 yıllık bir Arter görsel tarihi yazılmış oldu. Proje Instagram’ın algoritmasında yaptığı değişiklikler nedeniyle sonlandı.”
Öner de SALT’ın dijital alandaki yansımalara dair değerlendirmesini daha geniş bir perspektiften ele alıyor. “Teknolojinin sağladığı dijital olanaklar ise SALT’taki kullanımlar bakımından çeşitli biçimlerde inceleniyor. İçeriğin yerden bağımsız erişimle etkin dolaşıma girmesi, onun yeniden yorumlanması, düzenlenmesi, başka soru ve konuları açması ölçüsünde değer taşıyor. Bu bakımdan saltresearch.org üzerindeki 130.000 yayın kaydına ve 1.8 milyon belgeye olan erişimin yoğunluğunu yakından takip ediyoruz.”
Öner şu şekilde devam ediyor. “Bu sorgulamanın temelinde yatan sosyal medyanın kullanımında, yine yukarıda tariflenen çift taraflı tutum hâkim. Yakın tarihte Facebook’taki bir paylaşımı takiben, dikkatli bir kullanıcı sayesinde metni hatalı okunmuş bir grup Osmanlıca belgenin künyesinde düzeltme yapıldı. Sosyal medyayı bu yönüyle kullanmak SALT’ın ilk günden beri tartışmasız tercihi. Öte yandan asıl mesele çevrimiçindeki baskın eğilimleri, anlamlı içeriğin yüksek erişim kazanmasına yöneltmek.”
Türkiye’de pop-up sergicilik (neyse ki) pek ilgi çeken bir metot değil. Bunun sebepleri arasında kültür ekonomisinin boyutunun küçük olmasını en başa yazabiliriz. Ancak görsel kültür alanında çalışma yapan kurumlar için Instagram değerlendirilmesi, ölçülmesi ve belki de baş edilmesi gereken bir alan olarak ortada duruyor. Önümüzdeki yıllarda bu konunun daha çok tartışılacağı aşikar.
Görsel: Christian Fregnan, ARTER