Uzun sayılabilecek bir hastalık döneminin bitiminde, kendime gelmeye başladığımda, geriye dönüp “ne fena günlerdi arkadaş” diye anlatıp gülerim. Bir de, tekrar yakalanmamak için kendimce planlar yapıp sözler veririm filan. Ne kadar başarılı olduğum tartışılır ama benim ‘hastalık atlatma sürecim’ böyledir. Online pazarlama iletişimi (ya da sizin daha iyi bir tanımlamanız varsa, o) sektörü de kısa süre önce böyle bir dönem yaşamak zorunda kaldı. Olmayacak şeyler oldu ve önce Twitter sonra Youtube yasaklandı. Facebook, muhtemelen müptelası olmuş teyzelerin ve amcaların yüzü suyu hürmetine yasaktan kurtuldu. Soundcloud’un hatta Vimeo’nun yasaklandığına şahit oldu bu gözler. Bu garip ve belirsiz ortamın üzerine bir de Milli Piyango’nun ‘yarışma açıklaması’ geldi. Başkalarını bilmem ama, ekmeğini internetten kazanan biri olarak alternatif meslekler araştırmaya başlamıştım bile (Yıllardır meydan okumalarımıza meze olmuş tekel bayiliği de bitmiş, onu anladım).
Sosyal medyayı işinin önemli bir parçası olarak konumlandıran ajanslara, bu olağanüstü dönemi ve gelecek stratejilerine etkilerini sorduk. Sağolsunlar, Plasenta’dan Cem Batu, 41?29’dan Alemşah Öztürk, Karbonat’tan Cenk Gümüşcüoğlu ve Promoqube’dan Özgür Alaz sorularımızı yanıtladı:
Cem Batu / Plasenta Conversation Agency Kurucu Ortağı
Bu yasaklar ve ‘yeni yasakların her an gelebileceği’ belirsiz ortam sizi nasıl etkiledi?
Üzüldük, dedikodu yaptık, kızdık biraz, isyan ettik. Sonra toparladık. Plasenta, bütünsel bakış açısı taşıyan ve bütünleşik pazarlama dinamikleri ile mecra bağımsız ‘içerik’ odaklı iş yapan bir dinamiğe sahip olduğu için işimize odaklandık. Nihai olarak görevimiz, tüm dinamikler ile birlikte, eldeki tüm araçları etkin kullanarak müşterilerimiz için en iyisini yapmak. Elde ne varsa onu kullanmaya odaklandık, öyle de yapmak zorundayız. Sonrası ‘kısmet’.
Çalıştığınız markaların olaya bakışı nasıldı?
İlk tepki merak ve çekingenlik oldu tabii ki. Ancak daha sonrasında karşılıklı olarak, mevcut durum dahilinde neler yapabileceğimize odaklandık. Hayat devam ediyor ve dediğim gibi işimiz bu sonuçta.
Çalışanların psikolojisi ne durumdaydı?
Merak ön plandaydı sanırım. “Ne olacak şimdi” sorusu herkesin aklından geçmiştir. Her şeyden önce yaşamak için ekmek kapısı olduğu unutulmamalı sektörün. Ancak dediğm gibi, pozitif düşünüp, “neler yapabiliriz”e odaklandığınızda hayat akmaya devam ediyor. Yaratıcılık, kısıtlı kaynaklar ile ortaya beklenmeyeni koyabilmek zira.
Bu durum orta vadeli stratejilerinize nasıl yansıdı? Neler yapmayı planlıyorsunuz?
Stratejimizi etkilemedi diyebilirim; çünkü biz zaten sosyal medyayı, bütünleşik pazarlama normlarında etkin bir araç olarak konumlandırıyoruz. Ama uygulamalarımızı ve sonuçları etkileyeceği kesin. Bunu zaman gösterecek. Sektör olarak, hem ajanslar hem müşteriler, hem de Bigumigu gibi platformlar ile inşallah en zor şartlarda bile neler yapılması gerektiğini bulup en uygun çözümü üreteceğiz. Çünkü başka şansımız yok. Hani demiş ya şair “yazdık, çünkü yazmasak olmazdı“. Bizim durumumuz da bu açıkçası.
Olası yeni yasaklar için kriz planınız var mı?
Plan yapmamak yeni planımız aslında 🙂 Böylesine oynak dinamikler ile yapabileceğiniz en iyi şey, mevcut ‘an’a odaklanıp çözüm üretmek. Büyük cümleler kurmak isterdim ama durum gerçekte bu bence.
Böyle durumları en az yarayla atlatmak için neler yapılmalı sizce?
İçerik pazarlamasına odaklanılmalı ve mecra bağımsız fikirler düşünülmeli. Özel ve spesifik uygulamalarda ise, mevcut başarılı ve yasaklanmamış platformların etkin kullanımı ara bir çözüm olabilir. Her şey yasaklanırsa da limon satarız. Çok şükür ekmeğini taştan çıkarmayı bilen yaratıcı bir sektörüz.
Alemşah Öztürk / 41?29! Kurucusu
Bu yasaklar ve ‘yeni yasakların her an gelebileceği’ belirsiz ortam sizi nasıl etkiledi?
Yasaklar platform bazlı olduğu için, fikir gelişimine sekte vurmasa da etkiliyor. Yaratıcılığın en büyük özelliği adapte olabilmesidir. Biz de yeni mecralar bularak, eskilerini tekrar keşfederek, farklı açılımlar düşünerek kendimizi bu duruma hazırlıyoruz.
Çalıştığınız markaların olaya bakışı nasıldı?
Çoğunlukla biraz herkes endişeli. Ama planlarımızı değiştirmedik, Milli Piyango biraz daha etkiledi aslında. Zira mini-orta taktiksel projelere etkisi var. Ama bence içeriğin ve yaratıcılığın gücünü öne çıkartacak bu problem. Markalar artık kullanıcıları, daha iyi içerikle ve daha yaratıcı fikirle tutmak zorunda. Bizim işimize gelir 🙂
Çalışanların psikolojisi ne durumdaydı?
Genel bir Halil Sezai titreşimi var tabii hepimizde.
Bu durum orta vadeli stratejilerinize nasıl yansıdı? Neler yapmayı planlıyorsunuz?
Aslında “mecraların hepsi kapanırsa ne yaparız” sorusuna biraz önce dediğim gibi web sitelerine dönüşten başka bir cevap verilmesi zor. Burada mobil pazarlama öne çıkacak bence aradan sıyrılıp. Şimdilik çok dramatik bir değişim planımız yok. Olasılıklara hazırız, markalarımızı bilgilendirdik, değişim olursa biz de hazırız.
Olası yeni yasaklar için kriz planınız var mı?
Var tabii ama dediğim gibi Fikir > Mecra. Biz neticede ‘sosyal medya ajansı’ değiliz, dijital pazarlama ajansıyız. Bunlar da platform. Birisi giderse diğerine döneceğiz.
Böyle durumları en az yarayla atlatmak için neler yapılmalı sizce?
Platform bağımsız ve çok platformlu fikirler çalışılmalı.
Cenk Gümüşcüoğlu / Karbonat Kurucu Ortağı ve Yaratıcı Yönetmeni
Bu yasaklar ve ‘yeni yasakların her an gelebileceği’ belirsiz ortam sizi nasıl etkiledi?
Özel bir dönemden geçildiği, süreçlerin normal siyasi kararlar neticesinde alınan kalıcı kararlar olmadığı görüşündeydik. Projelerin duraksaması, yayına hazır işlerin beklemesi ciro kaybına ve ticari zarara uğramamıza elbette neden oldu. Bunun aylık bir zarar olduğunu, sene sonu bilançolarında toparlanacağını umuyoruz. Seçim sonrası pek çok uluslararası iktisatçı ve Türk işadamının iyimserlik kokan açıklamaları, yasakların yarattığı zararın ötesinde fırsatların bizi beklediğine işaret ediyor. İyimserliğin mantıklı olup olmadığını anlamak için ekonomik işaretleri doğru okumaya çalışıyor ve “Keep calm and carry on” diyoruz.
Çalıştığınız markaların olaya bakışı nasıldı?
Gezi Parkı sürecinden itibaren çalıştığımız tüm markalar sosyal medyadaki dalgalanmalara karşı neredeyse saatlik düzeyde dikkatli olmaya başladılar. Yaşanan pek çok siyasi ve toplumsal olayın iletişim zamanlamaları üzerinde belirleyici etkisi olmaya başladı. Herkesin gözünün internette ve sosyal medya kanallarında olduğu, dolayısıyla reklamveren için fırsatın oluştuğu ancak yanlış zamanlamalarda okların kendine dönebileceği ilginç bir dönemden geçiliyor. Hiçbir marka, tüketicinin daha fazla zaman geçirdiği bu alanı belirsizliklerinden ötürü bırakacak lükse sahip değil. Karbonat’la çalışan markalar bu durumu bu şekilde çabuk kavradı ve mecraya küsme yönünde yanlış bir aksiyon almadılar.
Çalışanların psikolojisi ne durumdaydı?
Markaları için dijital iletişim kanallarına çok sayıda dijital proje üreten bir ajans olarak çalışanlarımızın hissettiği ilk duygunun bıkkınlık olduğunu söyleyebilirim. Hukuki belirsizliklerden öte, süreç belirsizlikleri ve müşterilerin hazırda bekleyen pek çok projesinin yayına giriş zamanlarının sürüncemede kalması moralleri bozdu. Ajansın yöneticileri olarak hem ajans içinde hem de ajans dışında durumun kalıcı algı hasarı bırakmaması için birçok kez sükunet çağrısında bulunduk. Sosyal medya ve dijital iletişime karşı geri dönülemez algı deformasyonlarının oluşmaması için sürecin geçici olduğunun anlaşılması ve bu bıkkınlığın bir kenara bırakılması için lobi yapmak durumunda kaldık.
Bu durum orta vadeli stratejilerinize nasıl yansıdı?
Sosyal medya markalar için bir süredir ‘biriktirme’ alanına dönüşmüştü. KPI’ların -her ne kadar aksi söylense de- hala takipçi sayısına odaklı olması nedeniyle tüm dijital mekanizmaların temel dinamiği sorgulanır oldu. Bizler de KPI’ları 2008-2009 yıllarının dinamiklerine çekerek, reel datadan reel satışa yönelik kampanyalara dönüştürmeye başladık. Sosyal medyanın bazı özelliklerinden halihazırda şikayetçi olan, Facebook içerik paylaşım modellerinin açgözlü dönüşümünden rahatsız olan markalar için de bu durum dijital iletişime yönelik bir tazelenme olarak görüldü.
Olası yeni yasaklar için kriz planınız var mı?
Biz interneti bir bütün olarak bir reklam alanı diye değerlendiriyoruz ve platform bağımsız proje geliştirmeye çalışıyor, müşterilerimizin tüketicilere ulaşma ihtiyaçlarını ezberden, şablon stratejilerle planlamıyoruz. Dolayısıyla bugün Facebook, Youtube ve Twitter gibi kanalların dönemsel alacağı muhtemel ziyaretçi kayıplarının farklı platformlara yönlendirecek iletişim fikirleriyle önüne geçilebileceğini düşünüyoruz. Bu süreçte hız kesen, bütçe azaltan markalar süreç sonunda kaybedeceklerdir.
Böyle durumları en az yarayla atlatmak için neler yapılmalı sizce?
2008 krizi gösterdi ki, bir krize karşı yapılacak en büyük hata kontrolsüz frenlemedir. Reklam ve pazarlama iletişimi yalnızca satışlar çok iyiyken yapılan bir yatırım değil. Marka olmak ekonominin döngüsünde gerektiğinde bazen daha fazla yükün altına girmeyi gerektiriyor. Sosyal medyayı bir ‘biriktirme’ alanı olarak görüp tüm KPI’ları ‘takipçi artırma’ olarak belirlemek yerine bu mecraları safkan birer reklam alanı olarak görmek gerekiyor. Takipçi sayısının önemsizliği değişen Facebook algoritmalarıyla zaten gözümüzün önündeyken bu konudaki anlayışımızı güncellememizin vakti geldi. Sosyal medyada biriktirmeyin, harcayın, lead yaratın, sonuç arayın. Gerisi gelip geçici..
Özgür Alaz / Promoqube Kurucu Ortağı
Bu yasaklar ve ‘yeni yasakların her an gelebileceği’ belirsiz ortam sizi nasıl etkiledi?
Çalıştığınız markaların olaya bakışı nasıldı?
Çalışanların psikolojisi ne durumdaydı?
Bu durum orta vadeli stratejilerinize nasıl yansıdı? Neler yapmayı planlıyorsunuz?
Olası yeni yasaklar için kriz planınız var mı?
Böyle durumları en az yarayla atlatmak için neler yapılmalı sizce?
Rakamsal olarak gidersek, sosyal medyadaki paylaşım ve etkileşim yarı yarıya ve kimi zamanda üçte bir oranına kadar düştü. Ama daha önemlisi, psikolojik olarak, bu yoğun gündemde, kimsenin herhangi bir iletişim yapmak için motivasyonu kalmadı. İnsanlar açısından da o kadar önemli bir gündem varken, kimsenin marka mesajlarını dinleyecek önceliği olmadı. Dolayısıyla görünenden daha fazla negatif etkisi oldu. Yurtdışı yatırımları için de ciddi soru işaretleri oluştu. Yurtdışı reklamverenler bekle-gör pozisyonuna geçti. Türkiye’nin genel anlamda geleceği ve gittiği yol ciddi anlamda tartışılmaya başladı.
Bu dönemde aslında arka tarafta daha fazla alarm konumundaydık. Müşterilerimizi gündem ve gelişmeler konusunda çok daha sıkı şekilde bilgilendirdik. Kriz yönetimi ve sosyal medya takip konularına daha fazla önem verdik. Çünkü, bu kırılgan ortamda risk ve sosyal medya krizlerini önlüyor olmak iletişim yapmaktan çok daha önemli hale geldi. İletişimi ise, çoğu markamızda gündem yoğunluğu sebebiyle durdurduk.
Bu tedirginliği sadece sosyal medya olarak yorumlarsak hata etmiş oluruz. Tedirginliğin daha makro boyutta ülke ve ülkenin potansiyeline yönelik olduğunu düşünüyorum. Reklamveren, yeni yıl stratejisini temelde gözden geçirdi. Sosyal medyadan vazgeçiş veya önemini azaltma gibi bir durum sözkonusu olmadı. Sosyal medya, bütçelerden giderek daha fazla pay almaya devam ediyor.
Özetle dijital taraftaki yasaklar için şöyle söyleyebilirim: İnternetin, ülke için bir lütuf olduğunu ve ülkeyi sıçratabilecek tek kaynak olduğunu düşünüyorum. Patates soğan satarak mevcut durumdan bir adım öteye gidemeyiz. Yasakları, geçici bir durum olarak yorumluyorum. Türkiye’nin mevcut noktadan geri doğru adım atabileceğini düşünmek istemiyorum.