Tasarımcı Odette Dierkx, spekülatif projesi The 79th Organ ile bizi 2110 yılına götürüyor; plastik krizinin kontrolden çıktığı, mikroplastiklerin soluduğumuz havaya, yediğimiz yiyeceklere ve nihayetinde bedenimize karıştığı bir gelecek… Proje, yalnızca giyilebilir bir sanat nesnesi değil, aynı zamanda insanlığın on yıllardır süregelen plastik kirliliğiyle yüzleştiği çarpıcı bir senaryo ortaya atıyor.
Gelecekte geçen bu kurguya göre, tek kullanımlık plastiklere dair küresel yasaklara rağmen mikroplastikler doğanın her katmanına sızmış durumda. Akciğerlerimizde, kanımızda, beynimizde, hatta doğmamış bebeklerin plasentasında bile bulunuyorlar. Doğum kusurları, doğurganlık sorunları, bağışıklık sistemi çöküşleri ve kanser gibi sağlık problemleri artık kaçınılmaz. Yıllar boyunca hükümetler ve şirketler, bu krizi yalnızca marjinal toplulukları etkileyen bir mesele olarak görmezden geldi. Ancak etkiler, karar vericilerin çocuklarına kadar ulaştığında kayıtsızlık yerini paniğe bıraktı. Bu arada bir parantez açmakta fayda var, bu senaryonun bir kısmı çoktan gerçekleşmeye başladı.. İçme suyunda, insan dışkısında ve hatta gebelik sırasında anne ile bebek arasındaki bağlantıyı kuran plasentada bile mikroplastik tespit edildiği bir çağda yaşıyoruz.
Tekrar altını çizmekte fayda var, The 79th Organ, gerçek bir medikal çözüm değil; plastik kirliliğine dair toplumsal, çevresel ve etik soruları gündeme getirmek için yaratılmış bir düşünce aracı, yani bir spekülatif tasarım. Tıpkı bir bilimkurgu hikâyesi gibi, amacı inandırmak değil; düşündürmek. Olası bir gelecek senaryosu üzerinden bugünü sorgulayan bir kurgu. Tasarımcı Odette Dierkx, bu projeyi plastik kirliliğinin geldiği noktayı vurgulamak, sistemi ve sorumlulukları sorgulatmak ve “ne kadar ileri gitmek zorunda kalabiliriz?” gibi soruları düşündürmek için kurgulamış.
Yaşayan bir filtre
The 79th Organ, kirliliği önlemek yerine ona uyum sağlamak zorunda bırakılabileceğimize dikkat çekiyor. Projenin odağı, biyomühendislikle geliştirilmiş sentetik bir organ. Plastik yiyebilen istiridye mantarı (Pleurotus ostreatus) gibi türlerden esinlenilerek tasarlanan bu organın kan dolaşımındaki mikroplastikleri toplayarak, içinde mantar miselyumu bulunan özel bir filtreden geçirebileceği ortaya atılıyor. Bu miselyumdan salınan enzimler, plastikleri biyolojik olarak parçalıyor ve organı adeta yaşayan bir filtreye dönüştürüyor.
Proje ayrıca şu soruyu da beraberinde getiriyor: Böyle bir organ gerçekten bir ilerleme mi, yoksa çevresel ihmalkârlığın üstünü örten teknolojik bir pansuman mı olur? Çünkü böyle bir organ olması halinde, medikal endüstri plastik kaynaklı hastalıkların tedavisinden kazanç sağlarken, kirliliğin asıl nedenleri görmezden gelinmeye devam edebilir.
Kirliliği engellemeyen ticari yaklaşımlar, sınıfsal farklara ve adaletsizliğe ışık tutuyor
Dierkx’in projesinde organın üç farklı versiyonu yer alıyor: şeffaf bir fabrika modeli, bir atık toplayıcısına ait olan versiyon ve küçük bir kız çocuğu için tasarlanmış pembe bir model. Bu çeşitlilik, kirliliğin yükünün toplumlar arasında nasıl adaletsiz dağıldığını ve çözümlerin bile sınıfsal farkları yansıttığını hatırlatıyor.
The 79th Organ, bizi teknolojik çözümlerle yetinmeden daha derin ve rahatsız edici soruları sormaya çağırıyor: Bu noktaya nasıl geldik ve gerçekten çözüm arıyor muyuz, yoksa yalnızca semptomları mı bastırıyoruz?
Görsel: Odette Dierkx