Yaratıcı bünyeler için günlük besin kaynağı
Hemzemin: Sivil Toplumun Reklamı mı Olur?

Hemzemin: Sivil Toplumun Reklamı mı Olur?

Sivil Toplum Kuruluşlarının projelerini yürütürken iletişim yöntemlerine ağırlık vermesinin getirileri nelerdir?

Sivil toplum kuruluşları, kendi aralarında ve fikirlerini paylaştığı kurum ve bireylerle iletişim kurarken daha efektif çalışması ve daha fazla kişiye ulaşması için iletişimi temelinde organize edilen Hemzemin 26 Şubat’ta Pera Müzesinde gerçekleşti. Yerli ve yabancı 24 Sivil Toplum Kuruluşu (STK) ve iletişim ajansından konuşmacının yer aldığı konferansta sosyal fayda iletişimi odaklı tecrübeler paylaşıldı.

Etkinliğin ilk oturumunda Sivil Toplum Algısı başlığıyla Mehmet Ali Çalışkan yer aldı. Konuşmaya STK’lar ın hukuksal çalışmalar ve kapasite artışı konusuna odaklandığına dikkat çekerek başladı. Sivil toplum kuruluşlarının dialog ekseniyle muhattap gördüğü kurum kuruluşlarla karşılıklı etkileşim platformu yaratmasına da dikkat çekti.

Şirketlerin ve siyasetin dünyasından gelen kavramlar STK’ların dünyasında hemen kucaklanmıyor ve hoş karşılanmıyor. İletişim de bu dünyadan gelen değerlerden birisi. Genel olarak sivil toplum kuruluşları kendilerini iyi olarak varsayıyor. Bu mutlak içinde kötülerin dünyasından gelen kavramlar doğrudan o dünyaya ait olarak algılanıyor.

Siyasetle sivil toplum arasındaki iletişim ve ilişki eş zamanlı olarak hareket ediyor. 1994’ten bu yana sayıları ivmeyle artan STK’lar Türkiye özelinde birey değil toplum temelli çalışmalara odaklanıyor. Hemşeri, yaptırma yaşatma gibi iyi temalar hakim çalışma alanı olarak görünüyor. Bu mozaik içinde STK’lar içindeki katılımın %70’i orta erkeklerden oluşuyor.

Türkiye’deki STK’ların genel yapısı içe kapalı ve toplumsal çalışma odaklı. Fakat savunucu ve fayda merkezli olmadığından bahsederek sözlerine devam ediyor Mehmet Ali Çalışkan. Yapılan araştırmada ise STK’lar 3. görüş ve toplumsal faydaya katkı sağlayan bir norm olarak algılanıyor. Fakat çevre ve hayırsever kuruluşlar en çok bilinenler STK’lar. Bunun dışında sosyal fayda üreten kuruluşlar toplumun aklında doğrudan çağrışım yapmıyor.

Devlet ile STK’lar arasındaki iletişim karar noktasına geldiğinde tıkanabiliyor. Karar mekanizmaları ile müzakere süreci zorlu bir yol olarak görülüyor ve STK’lar dekoratif olarak konumlandırılabiliyor. Bunun bir benzeri de özel sektörle olan iletişimde görülebiliyor. Özel sektörle STK arasındaki ortaklı kimi zaman sadece STK’ları sözcü konumunda bırakıyor.

Son olarak STK’ların birbiri arasındaki iletişimi de eleştiren Mehmet Ali Çalışkan, aralarındaki iletişim eksikliğinden ve çıkar farklılığından ortak bir paydada buluşamadıklarından bahsediyor.

Ardından Seçil Deren, Sivil Toplumun Halka İlişkiler Deneyimi başlıklı konuşmasında halka İlişkiler alanında 3 temel aktörden ve bunların birbiri arasındaki bağ üzerine tespitlerde bulundu. Kamu, STK ve özel kuruluşlar eksenindeki bu merciiler arasında özel sektörün iletişim ve ilişki yönetimi sürecinin ilk ayağının tanıma ve tanışma olduğuna dikkat çekti.

Bir olguyu ilk bakışma sevmesek de zaman içinde onunla karşılaştıkça sempati beslemeye başladığımıza dikkat çeken Seçil Deren, itibar, tanınırlık bilinirlik gibi sıfatların kurumsal kimlik içinde yer almasının reklam ve tanıtımla gerçekleştiğini irdeledi. Logo, renk paleti, isim ile birlikte kuruduğu görsel iletişim de karşı tarafın oluşturacağı sempatinin temel tetikleyicileri oluyor. Bilinirliği artan ve sempati sahibi isimler de her aktörle kuracağı iletişimin daha kolay ve sağlıklı olmasını sağlıyor.

STK’lar, iletişim performanslarını değerlendirirken hedef kitle için en iyi teknikleri kullandığı yanılgısına düşebiliyor. Genel kamuoyu üzerinde iletişim performansları gözlemlendiğinde ise geniş ölçeklere ulaşılamadığı görülüyor. Araştırma sonuçlarında STK’ların iletişimde kullandığı ağırlık medyanın, sosyal medya olduğu görülürken 49 katılımcıdan sadece 3’ü geleneksel medyayı kullanıyor.

Geleneksel medyanın tek taraflı iletişim aracı olması eleştirilse de sosyal fayda odaklı bakıldığında bilgiyi karşı tarafa dikte ederek verebiliyor. Yani internette o bilgiyi arayan ve bilen kişilere ulaştırmak yerine konudan bir haber insanlara STK’nın çalışmaları hakkında bilgi verilebiliyor. Sosyal medyayla ulaşılamayan insanlara geleneksel medyanın ulaşması böylece mümkün oluyor.

Faydalı İşlere Faydalı İletişim konulu konuşmasında Rauf Kösemen, odağında sosyal faydanın çıkış noktası ve sonucundaki etki yer alıyordu. Toplumsal fayda üreten olay, etkinlik ve politika kararlarıyla açığa çıkan sonuç sosyal fayda olarak anılıyor. Mesleğin iyiliği ya da kötülüğünden değil o mesleğin kullanımındaki sektör, siyaset ideoloji politika gibi temellerden besleniyor. Reklamcılık kelimesi STK’lar için kirli ve tüyler ürpertici bir meslek olarak algılanıyor. Bu nedenle kanallar karşı tarafı kışkırtmak için bu kelimeyi kullanıyor.

Pazarlamanın temelindeki 4P; ürün fiyat, satış noktası, tutundurma, promosyon karmasına karşılık olarak sosyal etki karması yer alıyor. Sosyal ihtiyaç, sosyal dönüşüm, sosyal katılım, sosyal etki.

Ürün için iletişim, tüketici ürünle karşılana kadar varlığını sürdürüyor. Sosyal faydada ise destekleyici ürünle karşılaştığında onu tecrübe eder ve sürekli olarak kullanır. Sosyal fayda reklamcılığında STÖ’ler, sosyal fayda projeleri, sürdürülebilirlik projeleri, doğa ile dost projeler, eğitim endüstrisi ve kültür endüstrisi sosyal fayda reklamcılığının ilgi alanına giriyor. Tüketilmeyen ve her kullanıldığından yeniden değer yaratan ve bitmeyen eserler de sosyal fayda reklamcılığının tanımını genişlettiğimizde elde ettiğimiz niş disiplinler arasında bulunuyor.

Rauf Kösemen’den sonra sözü İletişimcinin Dilemması: İyilik Yap Denize At-ma? başlıklı konuşmasıyla Şule Kocabıyık devraldı. Borusan Holdingin yürüttüğü sosyal sorumluluk ve sosyal fayda çalışmalarından bahseden Şule Kocabıyık, Soma’daki maden faciasından sonra mavi yaka olarak tabir edilen çalışanlarının talepleri üzerine oluşturdukları fonla Soma Dayanışma Ağı ( SomaDA) ile hem kurumsal kimliğiyle hem de çalışanlarının gönüllü desteğiyle faciadan zarar gören ailelere yardım götürdüklerinden ve anaokulu projesiyle farklı illerde birçok anaokulu açarak 0 – 6 yaş arası çocukların eğitim görürken annelerinin de çalışabileceği bir alan yarattıklarından bahsetti.

Danimarka’daki sosyal fayda odaklı reklam ajansı Goodvertising‘in sürdürülebilir iletişim uzmanı Thomas Kolster; kimsenin otomobil kazasından ölmemesi, ormanların yok olmaması gerektiği gibi noktalara değinerek markalarla STK’ların arasındaki ilişkiye dikkat çekti. Bunların hiçbirinin yaşanmaması konusunda hemfikiriz ancak yaşadığımız dünyanın gerçekleri arasında yer alıyorlar.

Markalarla STK’ların iletişim kurmasının en sağlıklı kanalı ise ortak amaçlar çevresinde bir araya gelmekten oluşuyor. Bu amacı bir çiftin alışveriş merkezine gitmesiyle örnekleyen Kolster, iki tarafında alışveriş merkezinden sağlayacağı fayda ve yola çıkış amacı farklı olabilir. Birisi teknoloji mağazalarına diğeri giyim mağazalarına bakacaktır. Fakat hedef doğrultusunda ortak amaç için ikisi birlikte hareket edebiliyor.

STK’lar sahada ve etkide büyük tecrübeye sahip. Fakat markaların dağıtım ve iletişim ağı çok geniş. Bu iki aktörün birleşiminden ise toplumu derinden etkileyebilecek bir güç doğabilir. Markaların fon yaratıp bunu sosyal fayda için kullanması teknolojiyle birlikte fayda ortaya çıkarıyor. Örneğin, 3B yazıcıları kullanarak her alanda ürün basılıyor. Bu teknolojiyi zor koşulda çalışan kişiler veya engelli bireylere protez kol yapmak için kullanmak sosyal faydanın en rahat gözlemlenebildiği örneklerden birisi. Kolster’ın birlikte çalışarak her alanda değer yaratılabileceğine dair son örneği 1959 yılında Volvo’nun emniyet kemerini icat ederek araçlarına eklemsiydi. Sadece basit ve yeni bir özellik eklemek yerine tüm otomotiv endüstrisine yeni bir bakış açısı kazandırdı. Günümüzde de farklı yollar keşfederek yeni değerler üretmek tıpkı bu örnekler gibi birlikte çalışarak mümkün olabilir.

Sivil toplum kuruluşlarının yaşadığı süreçleri ve tecrübelerini örneklerle sunmaya devam ederken sırada İklim Ağı‘ndan Mustafa Özgür Berke vardı. İlklim değişikliği, küresel ısınma ve doğa farklındalığı konusunda faaliyet yürüten İklim Ağı’nın uyguladığı politikaları olumlu ve olumsuz noktalarıyla değerlendirdi.

Atmosferdeki karbondioksit oranı sanayi devrimi öncesine göre %40 oranında artış gösterdi. Ekosistem, beşeri sistemlerin etkisiyle değişiyor ve bozuluyor. Doğanın değişimi kuraklık, deniz seviyesinin yükselmesi, buzulların erimesi gibi pek çok değişken yer alıyor. Fakat bunları birey olarak gözlemleyip tecrübe etmediğimiz için sosyal hayatımızda bir değişim yaratmakta zorlanıyoruz. Bireyler kendini doğrudan etkilemeyen konularda aksiyon almakta geç kalabiliyor.

İklim değişikliği konusunda yürütülen bir projenin hedef kitlesi herkes olmak zorunda. Çünkü farkındalık, bilinç, eylem ve yapısal değişim bekleyen STK’lar toplumun tamamını etkileyerek değer yaratmalı. Konu doğa için acil olduğu için eylemin de hemen ve şimdi olması gerekiyor.

Herkesle her şekilde iletişime geçerken farklı iletişim teknikleri de kullanmak gerekebiliyor. Kullanılan diller arasında kurtarma, felaket tellallığı, katılım ile teşvik kampanyaları ve yapısal değişim odaklı gelecek nesillerle ilişki gibi eksenlerde farklı kampanyalar yürütülüyor. Kimi zaman hedef kimi zaman da çözüm göstererek karşı tarafta iletişim kurmaya çalışılıyor.

İklim değişikliğindeki temel noktaları fiziksel unsur ve örneklerle ilişkilendirerek siyasi, sosyal ve ekonomik kesimlere sunmak, onların empati yapmasını sağlayarak mesajın doğru şekilde iletilmesini sağlıyor.

Doğa konusunda faaliyet gösteren bir başka isim İtalya’dan Silverback‘ten Simonetta Lombardo. Küçük çiftçinin hakları için küresel kampanya kurgulayan kuruluş küçük ölçekli kampanyaları merkezine alarak büyük endüstrilerde fark yaratmayı amaçlıyor. Sürdürülebilirlik alanında çalışmalar yürüten Silverback, şu anda İtalya’daki küçük ölçekli çiftçilerden yola çıkarak dünyanın her noktasından tohum toplayarak bunları yerel çiftçilerle paylaşmayı amaçlıyor.

GDO’lu tohumlar üretim sırasında kısır besinler verdiği için çiftçiler hem büyük endüstrilere bağımlı oluyor hem de doğal olmayan üretime devam etmek zorunda kalıyor. Simonetta Lambardo ve kuruluşu, bu çarkı küresel bir kampanya ile kırmayı hedefliyor. Çünkü gıda sektöründeki hiyerarşi içerisinde herkes konumunu biliyor ancak eksik noktayı kimse fark etmiyor. Çiftçiler bu zincirden çıkmış ve akıntıya karşı kürek çeken aktörler olarak hayatına devam ediyor.

Konu, doğadan sonra toplumsal farklılıklar ve anlayış konusuna geldi. Hebûn LGBT‘den Ümit Manay, ötekinin de ötekisi olarak yaşadıkları toplumsal iletişim sürecini açıkladı. Başta Kürt olmak üzere birçok azınlıktan üyeleri olan LGBT topluluğu Hebûn; nefret cinayetlerini kamuoyuyla paylaşmak, farkındalık yaratmak gibi çalışmalar yürütüyor.

Seslerini duyurmak ve Diyarbakır belediyesiyle iletişim kurabilmek için girdikleri açlık grevinin nedenleri ve sonuçlarından bahsetti. Kimi zaman karşı taraf iletişimi kabul etmediğinde tek taraflı iletişim kurmak yerine iletişimi dikte edip anlamalarını sağlamanın da farklı bir yöntem olduğunu belirtti. Ve amaçlarına ulaştıkları, farkındalık yarattıkları için bu aşamada kampanyalarının başarılı sonuçlandığını söyledi.

Ümit Manay’dan sonra Damla Özlüer, Bana Bağışçını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim isimli oturumunda Y Neslinin teknolojinin içinde doğuşundan ve önceki nesillerin bu bireyleri ve teknolojiyi yakalaması gerektiğinden bahsetti.

Her nesil bir önceki kuşağın ürünü olara gelişiyor. Bilgisayar devriminin içine doğanlar ve bu devrimin içine göçenler günümüzü paylaşıyor. “Beni İzle” kuşağı (Look At Me Generation) ve Neoliberalizmin yükselişiyle Y Nesli bu iletişim devriminin içinde büyüdü Marka iletişiminin, pazarlama mesajlarının içinde varolan nesil, kendilerini de bir marka olarak kurgulamaya başladı. Böylece ilgiyi nasıl karşılayıp nasıl yanıt vereceği konusunda tecrübeli bir kuşak doğdu.

Y Nesli, samimi iletişime tepki veriyor. Sesli basılı yazılı medya etkinlik gösteren bireyler, kurumsal iletişim tekniklerine doğuştan aşinalar. Bilgiye farklı kaynaklardan erişebiliyor ve herhangi bir kampanyayı beğenip desteklediklerinde eleştirel analizden sonra aksiyona geçiyorlar.

Bu kuşakla iletişimde olan STK’lar kampanyalarında tema yerine karakter sahibi stratejiler kurguladığında daha rahat etkileşim kuruyor. Hikayeler ve özdeşleşilebilen projelere duyulan ilgi geleneksel basına göre daha büyük ilgi topluyor ve daha hızlı yayılıyor.

Bir Kavramı İletişim Yoluyla Yerelleştirmek isimli oturumda Helsinki Yurttaşlar Derneğinden Emel Kurma, imece ağında merak ve netameli konular üzerinden ilerliyor. Güvensizlik çağında yaşayıp güvensizlik üreten bir çağda, güvenlik satın almanın normal bir durum olduğu üzerinde durdu. Kimlik grupları yaratarak bunların esiri olmadan iletişim için ortak bir alan yaratma düşüncesiyle kurulan Helsinki Yurttaşlar Derneği, ortak hedefler doğrultusunda yapılan çalışmaları anlattı.

Güvenlik satın alınabilir bir iş modeli yerine herkesin huzur içinde ortak bir dünyayı paylaşması üzerine faaliyetlerde bulunuyor. Güvenlik kelimesinin karşılığı olarak birçok dilde eşanlamlı kelimelerle birlikte varolan kelimelerin günümüzde yarattığı tedirgin atmosferi kırmak için paylaşım ve içtenliği öne çıkarıyor.

Brüksel’in Her An Değişen Atmosferinde Bir İletişimcinin Öyküsü oturumunda ise Christophe Koninckx, Avrupa Birliği’nin başketinde yaşayıp hissettiği bürokratik baskıyla çevreye karşı hissettiği sorumluluğu paylaştı. Al Gore’un kimsenin inanmak istemediği kirlenmeye yönelik çalışmasıyla ilham alan Koninckx, sürdürülebilirlik ve sorumluluk kavramlarına odaklanan bir iletişim ajansı kurmuş. Toplum ve bireye etki ederek kurguladığı etkinliklerle küçülen büyük pazarlarla büyüyen küçük ekonomiler arasında kalan kırılmadan sürdürülebilir dünya modelini besleyen kampanyalar yürütüyor. Kyoto protokolünü hatırlatarak dünya üzerindeki her bireyin Dünya’ya karşı sorumlu olduğunun altını çizdi.

Engin Ertekin, Bisikletli Ulaşım Platformu, bisiklet kullanıcılarının şehir içinde yaşadığı sorunlardan ve taşıt yerine konmayıp ötekileştirilmesini tecrübeleriyle beraber anlattı. Sosyal yaşamda ve trafikte bisikletleri sadece sahilde ve parklarda kullanılması gerektiğini düşünen bireyler ve belediyelere karşılık farkındalık turları düzenleyen platform trafiği aksatmayıp seslerini duyurmak için alternatif gerilla projeler üretip uyguluyor.

Bu projelerden biri olan farkındalık turlarını İstanbul’un farklı semtlerindeki yaklaşık 100 bisikletliyle yola çıkıp yolun bir şeridini işgal ederek fakat motorlu taşıt trafiğini aksatmadan yürütüyorlar.

Sürdürülebilirlik ve Sivil Toplum İletişiminde Birleşik Krallık’tan İyi Örnekler başlıklı oturumda Steve Connor,Creative Concern ajansından katılarak farklı bir coğrafyada uygulanan açık hava kampanyalarından örnekler sundu. Bu noktada kurguladığı iletişimdeki kilit noktaları duygulara açık olmak ve iletişimde duyguları kullanmak, kampanyanın odağına düşünceyi koyup şekillendirmek, ortak bir amaç yaratarak geniş kitlelere seslenmek, doğru kitleye doğrudan empati kurabileceği malzeme sunarak ilgilerini istenilen şekilde toplamak, risk alarak oluşabilecek olumsuz eleştirileri de karşılayabilmek ve son olarak gülümsemenin ve pozitif iletişimin gücüne inanmak gerektiğini savundu.


Bir Hak Mücadelesinin Zorunlu Askerler ile İletişimi konusuyla Kerem Çiftçioğlu, zorunlu askerlik ve bu süreçte bireylerin yaşadığı sorunlara istinaden şikayetlerini ilgili mecralara ileten Asker Hakları‘nın hikayesini anlattı. Zorunluk askerlik görevlerini yapan bireyler arasından özellikle sosyokültürel seviyesi düşük erbaşların haklarının ihlal edildiğini ve psikolojik sorunlar yaşadığını belirten Çiftçioğlu, bu konuda TBMM ve TSK ile sürekli olarak görüşerek lobicilik faaliyetleri sürdürdüğünü ve proaktif çalışmalar yürüttüğünü açıkladı.

İntihar gibi olayların yaşandığı zorunlu askerlik döneminde bireylerin yaşadıklarını derleyerek ilk olarak 2012’de yayınladıkları rapor sayesinde kamuoyundaki güvenlerinin ve aldıkları olumlu dönüşlerin büyük oranda arttığını açıklayarak tepki yaratmanın ve üretmenin sivil toplum kuruluşlarının merkezinde yer alan bir aksiyon olduğunu vurguladı.

Derdini Ötekilere Anlatmak, oturumunda ise tesettürlü kadınların toplum içinde ve kadınlar arasında yaşadığı ötekileştirme konusunda yürütülen çalışmaları Başkent Kadın Platformu’ndan Berrin Sönmez anlattı. Küçük ölçekli bir STK olarak ötekileştirmenin Hebun gibi ikinci aşamasında yer alan platformun bu önyargıları ancak ve ancak karşı tarafı dinlemek ve anlamakla çözülebileceğini vurguladı. Yürüttükleri ana stratejinin de bu olduğunu belirten Sönmez, yıllarca dinleyip ardından konuştuklarını ve bu sayede anlaşılabildiklerinin altını çizdi.

Sait Fehmi Ağduk, Denge ve Denetleme Ağı adına yasama, yürütme, yargı, medya ve STK’lar arasındaki iletişim güçlendirilmesi için uyguladıkları stratejilerden bahsetti. STK’ların kendi içinde fikir birliğine varamamasından bahseden Mehmet Ali Çalışkan’a referans vererek ortak çalışabilecekleri bir alan yaratılması için çaba gösterdiklerini açıkladı.

Bir araya gelen STK’ların bir çoğunun sadece kendi ilgi alanında faaliyet gösterdiğini ve diğer toplumsal sorunlar üzerinde herhangi bir görüş belirtmediğini gösteren çalışmalar yapan Denge ve Denetleme Ağı, bu bilgileri aynı zamanda STK üyeleriyle de paylaşıyor. Bu sayede kuruluşlar arası iletişimi güçlendirerek kırmızı çizgilerin esnediği ortak amaca yönelik kararların alınabildiği bir platform oluşturmaya çalışıyor.

Ortak bir amaca yönelik çalışma yürütmekten bahseden Ağduk’tan sonra bunun dijital ortamdaki en büyük platformlarından biri olan Change.org‘dan Uygar Özesmi sahneye çıktı. Bireysel görüşlerin toplum tarafından benimsenebilir ve uygulanabilir olduğu zaman imza kampanyalarının destek gördüğünden ve kampanyaların yayılması için aracı oldukları faaliyetleri açıkladı.

Kampanyaların başarıya ulaşması için belirli bir imza sayısına sahip olmadığı, her kampanyanın kendi dinamikleriyle değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Punch’ın da prodüksiyon desteğiyle hazırlanan “Yedikule Bostanları bostan kalsın” kampanyası gibi örneklerle de büyük kitlelere ulaşmak için farklı disiplinlerle birlikte çalışılabileceği vurgulandı.

Alman sürdürülebilir iletişim ajansı Tipping Points’ten Rosa Rausch, Almanya’da uygulanan viral kampanyaların sosyal fayda iletişimi üzerinden yaratığı etkiyi açıkladı. Viral pazarlamanın riskleri olduğundan ancak bu esneklik gösterildiğinde sonucun da beklentilerin üzerine çıkabildiğini örneklerle açıkladı.

Özellikle iklim değişikliği konusunda yaptıkları viral video kampanyalarından bir tanesi olan ailesini cinsel ilişki sırasında yakalayan çocuğun tepkisi ve videonun dijital basında hızla yayılması yarattığı etkiyi ve mesajın iletimini hızlandıran bir süreç olarak karşımıza çıkıyor.

Günün son oturumunda ise İnanç Mısırlıoğlu, Hikaye Anlatıcılığı ve Yeni Nesil İletişim Teknikleri başlığıyla kendi hikayesini ve kurduğu iletişimi anlattı. Sosyal fayda alanında faaliyet göstermek için çaba gösteren Mısırlıoğlu’nun yolculuğu Türk Tarih Vakfında yarı gönüllü olarak çalışarak başlıyor. Osmanlıca kursları veren vakıfa bu konuda talepler iki elin parmağını geçmeyen sayıda devam ediyormuş.

Osmanlıca dendiğinde, Cumhuriyet öncesi propaganda yapan bir kimlikle algılanan kurs hazırlanan bir iletişim kampanyasıyla yeni bir çehreye bürünmüş. “Dedenizin mektuplarını okumak ister misiniz?” önermesiyle yıla çıkan kampanya kısa zaman medyanın da ilgisini çekerek sade bir çerçeveyle geniş kitlelere ulaşmış. Önermenin anlaşılırlığı da önceden karşılaştığı yaftalardan sıyrılmasını sağlamış. Bu kampanya sonucunda da 10 kişiyi zor bulan katılımcı sayısı ilk dönem 65, ikinci dönem de 80 kişiye çıkmış.