Yaklaşık 2,5 yıl önce Üsküdar-Karaköy vapurunda başlayan bir an, bir görsel sanatçı ile dünya çapında bir müzisyenin iş birliğine, ardından da Runway gibi bir platformun dikkatini çeken bir projeye dönüştü.
Görsel sanatçı Mürsel Güven, LinkedIn’de paylaştığı bu süreçle, yaratıcı üretimin bazen bir “anı görmek”le başladığını; küçük bir gözlemin kelebek etkisi yaratabileceğini ortaya koydu.
Paylaşımı aşağıda görebilirsiniz:
Bu hikayeden yola çıkarak kendisine sorular sorduk. İşte röportajımız!
Dalgaların arasında savrulan poşeti izlediğin anlar… Yaratım sürecinde böyle “küçük anlar” ne kadar belirleyici?
Mürsel Güven: Böyle “an”ları birer dinlenme tesisi gibi tanımlıyorum. Aşırı kaotik bir dönemde yaşıyoruz; işlerim, ilişkilerim, maruz kaldığım uyarıcılar dikkatimi ve zaman yönetimimi büyük ölçüde etkiliyor. Bu küçük “an”larda gerçekten dinlenebiliyorum.
Kişisel olarak “receiver”larımın (alıcılarımın) hep açık olduğunu düşünüyorum. Ancak evden çıkarken “bugün böyle bir an yakalayayım” diye gezmiyorum. Yine de o küçük dinlenme tesisine —yani o anlara— girdiğimde bir şeyler yakalayabiliyorum. Hem o anı yaşıyorum hem de üretim sürecinde bana çok yardımcı oluyorlar.
Bu proje özelinde, o anın aslında birçok parametresi projeye hizmet etti diyebilirim. Büyük bir konkur dönemindeydik ve oldukça yorucu bir süreçti. Çalıştığım ajansın yöneticileri bana geniş bir oyun alanı tanımışlardı. Ajansın işleri dışında, müzik sektöründe de aktif şekilde projelerimi hayata geçirebiliyordum.

Vapurda parçayı dinlerken fark ettim ki “My Soul or Something” aslında oldukça atmosferik ve bir o kadar da soyut bir parça. Nosaj Thing ve Kazu Makino’nun iş birliğiyle ortaya çıkan bu şarkı, genel olarak ruh hali ve içsel bir arayış üzerine kurulmuş gibiydi. Sözlerinde doğrudan bir hikâye anlatmaktan çok, duygusal bir atmosfer yaratılıyordu.
Yani “şu anlama geliyor” diyebileceğimiz tek bir mesaj yoktu; daha çok kişisel bir his, bir ruh hâli yakalama meselesiydi. Dolayısıyla şarkıyı dinleyen herkes kendi duygularına göre farklı anlamlar çıkarabilir. Benim çıkardığım anlamı ise denizde süzülen o poşet belirlemiş oldu diyebilirim.

“Kelebek etkisi” diyorsun. Bu projede tetiklenen o dalga şimdi seni nereye götürüyor? Yakın gelecek için kafanı kurcalayan, üretmek istediğin bir şey var mı?
Mürsel Güven: Üretmek istediğim birçok şey var aslında, ama zamana yetişmek bazen mümkün olmuyor.
Bu “kelebek etkisi” aslında 2016 yılında Lesrum Project’i kurmamla başladı. O dönemlerde müzisyenlere, barlarda ve konser salonlarında küçük ölçekli visual art işler yaparken, 2020 yılında Alman müzisyen Die Wilde Jagd ile sosyal medya üzerinden tanışmam ve onunla ilk büyük projemi gerçekleştirmem bu süreci pekiştirdi. Kendisiyle Hollanda’daki Roadburn Festival’de ve Almanya’daki Sónar+D x Factory Berlin etkinliğinde yer aldım. Sonrasında İlhan Erşahin’s Istanbul Sessions, Can Bonomo, Kenan Doğulu ve Can Ozan gibi müzisyenlerle çalışmaya devam ettim.
Bu dalganın beni nereye götüreceğini açıkçası ben de kestiremiyorum. Sadece denemeye devam ediyorum. Disiplinler arası projeler üreten bir sanatçı olduğum için, kendime belirli bir hedef koymaktansa süreci akışına bırakıyorum.
Şu anda ağırlıklı olarak üzerinde çalıştığım proje, Can Bonomo ve Gökhan Özoğuz’un ortak parçası “Delinin Düşü” şarkısının animasyon video klibi.
Bir yandan da kardeşimle birlikte üzerinde çalıştığımız “Geçimsiz Bir Kedinin Aşırı Dramatik Hikayesi” adlı animasyon serisi var.

“Yaratıcılık dediğimiz şey aslında kopyalama, dönüştürme ve birleştirme sürecidir.”
Runway gibi yapay zekâ tabanlı araçlarla çalışmak, üretim alışkanlıklarını nasıl dönüştürdü? Hem kişisel projeler üreten bir görsel sanatçı hem de Happy People Project’te Digital Group Head olarak iki ayrı üretim alanındaki etkileri nasıl oldu?
Mürsel Güven: Bu soruya biraz kronolojik bir cevap vermek istiyorum. Medya sanatlarıyla ilgilenmeye başladığım dönemde kullandığım araçların bir kısmı analog tabanlıydı. Yaklaşık yedi yıl boyunca birçok farklı üretim aracı denedim. Bu süreçte, hiçbir konsepti bir üretim aracına göre tasarlamadım; sadece hayal ettim ve o hayalimi hayata geçirecek aracı kullanmayı öğrendim.
2020 yılında Berlin’de, Silent Green adlı galeride video enstalasyonumu sergilerken birçok üretim aracından destek almıştım. Holistik bir transmedya sanatçısı olarak, yapay zekânın hayatımı kolaylaştırıp zorlaştırdığını düşünmek yerine sadece üretmeye odaklanıyorum.
Bir reklam ajansında sanatçı olarak yer almak bana çok şey öğretti. Ajansın kurucu ortağı Yaşar Akbaş ve Executive Creative Director Atilla Karabay ile birlikte harika projelere imza attık. Sanatçı kimliğimle projelere yaklaştığım için zaman zaman rasyonelden uzaklaşabiliyorum; böyle anlarda ajans beni tekrar dengeliyordu. Bu yüzden çok fazla zorluk yaşamadım diyebilirim — aksine, kişisel projelerimde de ajans hep yanımda oldu. Happy People Project ile yollarımızı bir süre önce ayırdık ama hâlâ birlikte projeler üretmeye devam ediyoruz.

Dünyada şu anda, “yapay zekâ telif haklarını ihlal ediyor”, “yapay zekâ yaratıcı insanları işsiz bırakacak” gibi konular tartışılıyor. Senin yapay zekâyı bir tehdit olarak gördüğün oldu mu? Senin yaklaşımın/öngörün nedir?
Mürsel Güven: Yaratıcılık dediğimiz şey aslında kopyalama, dönüştürme ve birleştirme sürecidir. Hiçbir fikir yoktan var olmaz; her fikir, başka fikirlerin çocuğudur.
Her şeyin bir kopyası vardır ve artık kopyalar arasındaki sınırları çizmek giderek imkânsızlaşıyor. Bu yüzden bu konuya biraz Japonya modeli üzerinden yaklaşıyorum. Japonya’da bu meseleye “Eğer bir eser, bilgi analizi amacıyla kullanılıyorsa, bu telif hakkı ihlali değildir.” şeklinde bakılıyor.
Amerikan modeline çok sıcak bakamıyorum; Avrupa’nın modeli ise bana biraz katı geliyor. Dolayısıyla ortada durmak, yani dengeyi korumak, bana göre en sağlıklısı.
Mürsel Güven’e sorularımızı yanıtladığı için teşekkür ediyoruz. Sanatçının yeni projelerini Instagram’da @murselguvenn ve @lesrumproject hesapları üzerinden takip edebilirsiniz.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
Görsel: Mürsel Güven
Yapay Zekâ Üzerine Derin Analizler ve Felsefi Sorular: Yapay Yeni Dünya







